İşçi sınıfıyla viski kültürü kolay kolay bağdaştırılmaz. Hele ki ülkemizdeki viski fiyatlarını düşününce bu pek şaşırtıcı değil. Ancak Ken Loach sinemasında bu da mümkün olmuştu. Senaryosunu pek çok Loach filminde olduğu gibi Paul Laverty’nin yazdığı Angels’ Share (Meleklerin Payı) filmi, toplumun alt sınıflarından bir grup “kamu hizmeti” hükümlüsünün viski kültürü sayesinde hayatlarının değişmesini anlatmış, bu konuda ezberleri bozmuştu. Filme ismini de veren Meleklerin Payı mevzusu viski üretimiyle ilgili bir terim. Viski meşe fıçılarda bekletilirken belli bir yüzdesi havaya uçar. İşte viski üretimi sırasında doğal yollarla kaybedilen bu miktara, Meleklerin Payı denir. Nitekim viskiyi ilk tadan onlar olmuştur.

Kendisine melek demek epey zor olsa da, viskinin güzelini seven bir köşe yazarımızın payına düşeni görünce (Medyaradar.com kaynaklı 400 gün izin iddiası) aklıma geldi bu güzelim film. O Aköz ki, vaktiyle Erdoğan’ın karşısında viski içme zaferini “Başbakan meyve suyu içti, ben viski (…) gecenin sonunda mutlu mesut vedalaştık” cümleleriyle ilan etmiş bir yazardı. Eşi, Nur Çintay A.’nın yazısından da viskinin öyle alelade viski olmadığı “isli viski” olduğu müjdesini alıyorduk. Türkiye’de hoşgörü vardı, yaşam tarzlarına saygı vardı. Ah ne günlerdi? Aköz’ün 27 Mart’tan bu yana yazmadığı düşünülürse, 400 gün izin iddiası boş değil. Kaldı ki Salih Memecan da emekliliğini açıklamadan aylar önce Bizimcity’den izne ayrılmıştı. Vesileyle bu haftaki Köşe Vuruşu’nda, Emre Aköz’den bu köşenin payına düşenleri hatırlatmak ve bir çağrı yapmak isterim:

Ergenekon günlerinde

Ergenekon’un şaşaalı günlerinde HSYK’deki tıkanma diye adlandırdığı direnci, kurulda belli bir mezhebin oranının yüksek olması eşliğinde işleyen Emre Aköz’dü. Kastettiği mezhep elbette Alevilikti. Yani o ara, bir şeye itiraz etmenin karşılığı Alevilikten yapıyor gibi bir yere evriliyordu.

Başbakanı köşe yazarlarına kızarken

Emre Aköz, karşısında viskisini rahatlıkla içtiği Başbakan Erdoğan’ın köşe yazarlarına olan fırçasını da haklı buluyor, “onun hedefinde ne tür bir zevatın olduğunu tahmin edebiliriz” sözleriyle açıklıyordu. Başbakanına cevap verecekleriyse peşin peşin “sümüklü” ilan ediveriyordu. O derece bir adanmışlıktı.

Sağın ne mal olduğunu gördü mü?

AKP-Cemaat koalisyonunun güzel zamanlarında yargı dönüştürülürken Emre Aköz, buna itiraz eden Türkiye solunu “devletçi-statükocu” ilan edip ne mal olduklarını gördük diyor, şimdi sağın ne mal olduğunu göreceğiz diyerek geleceğe bakıyordu. (O ara gözünde AKP, siyasetler üstü olduğu için sağ diyerek MHP vs. yi kastediyordu sanırım) Kimin ne olduğunu, ne kadar gördüğünü merak ediyor insan şu günlerde...

“Hamileysen gösteride işin ne?”

Genç-Sen’in iktidarı protesto ettiği bir eylemde, polis tekmeleri sonucu bebeğini düşüren hamile bir kadına “madem hamilesin orada işin ne?” diye soran da Emre Aköz’dü. İktidarı canhıraş savunmak adına bunu bile yapabilmişti. Her nedense söz konusu yazı – diğerleri durmasına rağmen- Sabah sitesinden kaldırılmış. Eğer kendisi pişman olup kaldırtmadıysa, Aköz’ün çılgın yandaşlığından gazetesi bile rahatsız olmuş denilebilir.
Dayak yemenin bir solcu taktiği olduğunu ilan etmeler, yumurtalı protesto eyleminden demokrasi karşıtı darbeci çıkarmalar, ücretsiz eğitim hakkına “olmaz öyle şey” diye karşı çıkmalar derken Aköz’ün bu iktidara o kadar çok katkısı oldu ki, böyle apar topar izne çıkarılması hiç adil değil. Öyle ki, “Balyoz Darbe Planı” adlı enteresan belgede, “darbede tutuklanacak gazeteciler” listesine bile girmişti Aköz. Gerçi sözde listeye girdiği dönemde sadece “yeme içme” yazıları yazması gibi bir düşüklük vardı senaryoda ama olsun. Şimdi insan birkaç konuda ters düşüldü diye kenara itilivermesini hiç anlamıyor. Ne olursa olsun, o “hoşgörü” havuzundan Emre Aköz’ün payına düşen bu olmamalıydı. Kim bilir isli viski filan değil beraber meyve suyu içmeye, yeniden sadece gurme yazıları yazmaya bile razı olabilirdi. Umarım bu yanlıştan bir an önce dönülür ve Vefa’nın sadece bir semt adı olmadığı hatırlanır. Slainte!