Şaibeli referandumla resmiyet kazandırılan Saray rejimi, her manada süreklileştirilmiş bir olağanüstü hal rejimi. İktidar ortakları, bir dizi meselede birbirleriyle anlaşmazlığa düşse de rejimin olağanüstü karakterinin koruması gerektiği konusunda hemfikirler. Son 5 yılda, kâh OHAL dönemi KHK’lerini yasalaştırarak kâh OHAL yetkilerini kalıcılaştırarak bu “kararlılıklarını” gösteriyorlar. Bu yazı yazılırken bazı OHAL yetkilerinin uzatılmasını içeren kanun maddeleri Meclis’te yasalaşmıştı. İktidar, torba yasa içerisine attığı maddelerle gözaltı sürelerinin uzatılmasını, kamu görevinden ihracı, TMSF’nin kayyum yetkisinin devamını garantiledi. Başta 3 yıl olarak öngördükleri süre uzatımını muhalefetten gelen tepkiler üzerine (TMSF’ye tanınan hariç) 1 yıla indirseler de OHAL’in tüm ağırlığıyla devam ettiği gerçeği değişmiyor.

AKP’liler, OHAL söz konusu olduğunda Fethullahçı çete ile mücadelenin devam etmesini gerekçe olarak öne sürüyorlar ancak hakikatin bu olmadığını Türkiye’de yaşayan herkes biliyor. S. Özışık’ın OHAL Komisyonu’ndan binlerce kişi için “ricacı” olduğu ve onların mesleklerine geri döndüğü iddiasının üstü kapatıldı ama Özışık gibi nicelerinin varlığı ya da “FETÖ borsası” olarak bilinen “aklama” mekanizmasının yaygınlığı sır değil. İktidar bu iddialar konusunda bugüne kadar dişe dokunur bir adım atmadı. Üstüne üstlük Tamince gibiler iktidar tarafından el üstünde tutulurken, Fethullahçı çete mensuplarıyla aynı dönemde işinden atılan yüzlerce demokrat isim kamudaki görevine bir türlü dönemedi. Aralarında dosyaları hâlâ incelemeye alınmayanlar dahi var. KHK tehdidi nedeniyle erkeden emekliliğini istemek zorunda kalanları da unutmamak gerek. Özellikle eğitim kurumlarında yaşanan yaprak dökümü, toplumun geniş kesimlerini dolaylı olarak etkiledi, etkilemeyi de sürdürüyor.

OHAL’in uzatılma kararı AKP’deki çatlaklara bir yenisini ekledi. Tüm olanlara rağmen Soylu’nun yerinde tutulmasını MHP’ye bağlayan kimi AKP’liler, OHAL’in uzatılmasının da iktidar ortaklarının zoruyla gerçekleştiğini düşünüyor. Ancak bu konuda yapabilecekleri pek de bir şey yok. Zira talimat MHP’den değil Saray’dan geliyor. MHP’lilerin OHAL yetkilerinin ve fiili olarak uygulanan birçok benzerinin tüm muhaliflere gözdağı vermek için gerekli olduğunu savunması bilinen bir gerçek. BBP lideri Destici de devlete içeriden ve dışarıdan tehditlerin sürdüğünü ileri sürerek OHAL’in devamından yana tavır alıyor. İktidarın asıl amacı, önümüzdeki seçimlere OHAL yetkilerini muhafaza ederek gitmek hatta mümkünse aynı koşullarda bir de anayasa yapmak.

İktidarın anayasa ile ilgili planlarını ve vaatlerini gündemde tutmasını yalnızca iç konsolidasyon taktiği olarak düşünmek yanıltıcı olur. Burada daha önce AKP’ye birkaç kez oy vermiş ama sonra partiden uzaklaşmış seçmeni geri kazanma çabasının yanı sıra muhalefetin çeperini dağıtma taktiği de saklı. Erdoğan’ın Diyarbakır ziyaretindeki “Çözüm sürecini biz bitirmedik” ifadesinı, AKP’ye yakın isimlerden gelen Kürtlerle yeni bir sürecin başlatılması gerektiği imalarını hem anayasa hem de seçim başlıklarıyla beraber dikkate almak şart.

Epey bir zamandır “HDP’siz bir çözüm süreci mümkün mü?” sorusu iktidar cephesinde kafaları kurcalıyor. Kendini muhafazakâr ya da dindar olarak tanımlayan bazı Kürt grupların özellikle Davutoğlu’nun Gelecek Partisi ile ilişkilenmesi, Babacan’ın da şehirli Kürt seçmenin desteğini kazanmayı amaçlayan girişimlerde bulunması AKP’yi endişelendirmiş görünüyor. AKP’nin bölgede etkisinin azalmasını MHP ile ittifakına bağlayanlar hiç de az değil. Şu şartlarda Erdoğan, MHP’den vazgeçemediğine göre yeni bir “açılım” nasıl gerçekleşecek? Bu sorunun net bir cevabı yok ancak HDP’yi dışlayan ve fakat MHP’yi içine dahil eden bir “açılım” sürecinin “devlet projesi” olarak seçmene sunulma olasılığı imkânsız da değil. Nitekim Metiner geçenlerde yazdığı bir yazıda iktidarın, PKK’lı olmayan tüm Kürt grupların ve partilerin hamisi rolünü üstlenebileceğini, Bahçeli’nin böylesi bir sürece katkı sunabileceğini iddia etti. MHP’nin İslamcı Kürtlerle şu koşullarda bir sorunu olmadığını ileri sürebiliriz. Ancak İslamcı Kürtlerin Metiner’in dediği “çözümcü projenin” başarısı için yeterli olmayacağı çok açık.

OHAL’in uzatılması, yeni anayasa gündemi, alternatif “çözüm süreci” önerileri… Bunların hiçbiri birbirinden bağımsız değil. Hepsi iktidarın beka stratejisinin parçaları. Önemli olan, bu bütünü görüp karşı strateji geliştirebilme kabiliyetine sahip olabilmek. Türkiye bir an önce OHAL düzeninden kurtarılmalı, iktidarın sınırlarını çizdiği bir anayasa tartışmasından uzaklaştırılmalı. Bunun ön koşulu ise muhalefetin her bir parçasının kendi tekil çıkarlarını gerçek bir iktidar değişikliğine kadar öteleyerek ortak bir tavır takınma özverisini gösterebilmesinden geçiyor.