Önemsiz günler ve haftalar-18

BU HAFTA HER GÜN PAZARTESİ

Hayatımız klişe! Kabul, klişe çoğu kez gerçekliğin, doğruluğun bir tür onayı. Klişesiz yaşanmıyor, tıpkı alışkanlıklar olmadan yaşayamadığımız gibi. Öyle de klişeleri ve alışkanlıkları azaltmadan da yaşanmıyor, yaşanmaz. Yaşanırsa da, hiçbir şeyin değişmediği, eril dilin egemen olduğu, yeniliklerin düşmanca karşılanıp, sözüm ona cansiperane biçimde kahramanlıkla savuşturulduğu, bize dokunmayan yılanın bin yaşadığı, etliye sütlüye karışmadığımız, bencilliğin temel insan ahlakı olduğu, tarla toprak bağ bahçe su için kardeşimizi öldürdüğümüz, kan bağıyla bağlı olduklarımızla bile on yıllarca sürecek kan davası güttüğümüz, ne doğanın ne dünyanın keyfini sürdüğümüz, eski köye yeni adet getirmeden yaşayıp gittiğimiz bir gün geçirme, vade doldurma olur bu. Yaşamak deyişim sözün gelişi. Buna yaşamak denmez denmesine de, başka bir sıfat, tanım da bulamıyorum.

Klişe, alışkanlık, önyargı türünden hastalıklarımızın, kötü huylarımızın biraz olsun azalması, değişmesi için de, isterseniz Don Kişotluk deyin, yel değirmenlerine karşı savaştan başka çıkar yol da göremiyorum! Hayal mi görüyorsun, yel değirmenlerine karşı savaşılır mı derseniz, öyleyse akıntıya karşı gidelim derim yok o da olmaz derseniz, o zaman size haftanın günlerini saymanızı ve elbette pazartesiyle başlamanızı öneririm.

Diyeceksiniz ki, bu ne şimdi, zaten canımıza okuyan, ruhumuzu yakan o günü öneriyorsun bize! Evet öyle yapıyorum. Yüzemeyeni, öğretmek için denize attıkları gibi, alışkanlıklarından sıyrılmak, klişeleri azaltmak isteyeni de pazartesiyle baş başa bırakmak gerekiyor. Hem de haftada bir gün değil, bir hafta her gün pazartesi diyerek! Biz de geçici süreyle de olsa, günlerin adını değiştirelim, bir hafta için 7 günün de adına pazartesi diyelim.

Saçma gibi gelebilir bu, gibisi fazla saçma. Öyle de işe yaramayacağını kim söyledi, denemeden bilemeyiz. Saparmurat Türkmenbaşı, adı üzerinde Türkmenistan’ın başındaydı, Sovyetler sonrası dönemde. Ay ve gün adlarını değiştirdi. Pazartesi başgün, salı yaşgün, çarşamba hoşgün, perşembe sogapgün, cuma anna, cumartesi ruhgün, pazar dinçgün oldu. Türkmenbaşı'nın ölümünden sonra ay ve gün adları eski haline döndü yeniden.

Bizimki o kadar köktenci değil, pazartesiyi 7 güne çıkarıyoruz sadece! Niye? Pazartesiye karşı duyulan kin, nefret, haset, hatta şiddeti yumuşatmak için onun da günlerden bir gün olduğunu, günlerin günah keçisi olmadığını, tüm suratsızlığımızı, aksiliğimizi, tersliğimizi ona yüklemenin doğru olmadığını, ve istersek iyi şeylerin başlangıcı olarak yaşayabileceğimizi, tazeleneceğimizi, yeni bir güne adım atmanın erincini ve böyle pek çok güzel şeyi duyumsayarak Pazartesi şarkısı bile yazabiliriz. Tamam, abarttım, şarkı sonraya kalsın, şimdi sırası değil! Ve Pazartesi’nin olup bitende hiç suçu yok bence. Kimi zamanlar, sabah ola hayrola, gün doğmadan neler doğar diye umutlandığımız o sabah da niye Pazartesi olmasın!

Ezcümle, önerim şudur: Yılda bir hafta sadece Pazartesi günlerinden oluşsun, her günü o duyguyla yaşayalım, belki böylece pazartesinin de salıdan, çarşambadan bir farkı olmadığını anlar ve fazladan bir mutsuzluk, aşırısından keder, gereksiz sıkıntı da yaşamayız!

Bu öneriyi neden yaptığıma gelince: Sayılara, harflere düşkün biri olarak acaba Hurufilikte günlere, aylara da yer var mı diye düşündüm. Sonra da neden olmasın dedim. Günleri suçlamayalım, ağırlığımızı, yükümüzü onların üstüne atmayalım, bu Pazartesi bile olsa, ona iyi bakalım, belki o da bizden bunu bekliyordur. Alışkanlığımızı da kıralım, 7 Pazartesiyi bir haftada yaşayalım, bakalım bir daha şu sendrom dedikleri Pazartesi sıkıntısı kalıyor mu? Bu yazı da saçma gelebilir biliyorum. Olur mu öyle şey, ne değişecek ki denilir, olsun denilsin, sayıklamak gibi saçmalamak da yasak değil a, dünyadaki sistemlerden, yönetenlerden, onların görüş, düşünce ve sözlerinden, iktidar fikrinden de daha saçma olamaz ya!

“SABAHIN BİR SAHİBİ VAR” HAFTASI

“Üç kez seni seviyorum diye uyandım” da diyebilirsiniz İlhan Berk’e uyup, “Tuttum sonra çiçeklerin suyunu değiştirdim” diyerek aşkınızı da tazeleyebilirsiniz. Çünkü hemen ardından “Sabahın bir yerinden düşmüş gibiydi yüzün” diyecek ve hem sabahı hem sizi yüzünüze karşı övecektir. Övgünün en şahanesi ise birkaç dize ilerde beklemektedir: “Cumhuriyet'in ilk günleri gibiydi yüzün.” Şimdi Cumhuriyet'in olanaklarıyla onun nimetlerinden yararlanıp yükseklere çıkanların Cumhuriyet nefreti, yüzsüzlükleri, suratsızlıkları ve nemrutluklarını gördükçe daha da çok gülümsüyor bu dize bize.

Şiir de Cumhuriyet gibi gülümsesin, sabahlar da Cumhuriyet'in ilk günleri gibi parlak, aydınlık, ışıklı, gülüşlü olsun. Yüzümüz de bundan payını alsın isterim... İsterim de tıpkı “Bir hafta her gün Pazartesi olsun!” önerisi gibi bu da saçma bulunur diye düşünüyorum: Her şey bitti sıra sabaha mı geldi? En çok da bu dile getirilir. Hiçbir şey bitmemiştir, dertler, çileler, kaygılar, savaşlar, göç, baskılar, yolsuzluklar, zulüm ne zaman bitmiştir ki hem? Dünya sistemi sınıflı toplumlarla sürdükçe, sınıfsız toplum düşü gerçekleşmedikçe, milliyetçilik, fanatizm, ırkçılık, faşizm, din baskısı, gericilik hüküm sürdükçe de katmerlenecek, bir avuç zenginin, işbirlikçinin yüzü gülerken, hatta elleri, avuçları daha çok gülerken, dünya dolusu insanın da ağzını bıçak açmayacaktır.

Öyledir. Ama öyledir diye kahredip kendimizi akışa bırakacak halimiz de yok. Hem aslında akış da yok! Akış biziz. Akış bizim kahrımıza karşın direncimiz, yoksulluğa karşı savaşımız, umutsuzluğa karşı iyimserliğimiz ve her şeye rağmen gülüşümüzde. Akış, bizim yüzümüzde, akış bizim gülümsememiz.

Ruhi Su’nun o teselli edici, yara sarıcı, sıcacık sesi, “dosttan bir elma geldi” derkenki dost sesi: “Sabahın bir sahibi var/sorarlar bir gün sorarlar/Biter bu dertler acılar/ sararlar bir gün sararlar.” Sabahın sahibi biziz, bizim gülüşümüz, iyimserliğimiz, Nazım Hikmet’in “Ben iyimserim dostlar akarsu gibi” dizesine şavkı vuran güneşli yüzümüz, açıklığımız. Yaşamaya duyduğumuz aşk ve bu aşktan ötürü birbirimize duyduğumuz aşk. Var olmakla yetinmeyip varlığım sana armağan olsun akışındaki özgecilik, diyalektik, doğallık. Akış, oluşa mıdır hep? Bazen. Ama çoğu kez, tıpkı yolda olmak gibidir akış da.

Sabah, akıştır. Sabah, devrimdir. Tıpkı Cumhuriyet'in ilk günleri gibi devrimin yüzü de sabahtır. Yüzümüzü güldürecek, bahtımızı döndürecek, altını üstüne getirmek değil, dünyayı eski, gerçek haline getirecek şey sabahtadır. Sabah gülümseyişi, sabah sözleri, sabah iyiliği, insanın kendi kurtuluşudur öncelikle, selamete ermesidir. Devrim birdenbire olmaz. Uzuuuun bir hazırlık, gülümseyiş, iyimserlik ve sabahı göze almayı gerektirir. Sabaha hem yüzümüz olmalı hem de gülüşümüz.

Sabahı şerifler hayrolsun, yüzümüz gülüşlü, sözlerimiz güneşli olsun, hiç olmazsa senede bir hafta! Sabah zordur yoksa, şiirden de zor!

KIRGIN BULUT

Kavuşmak hep çemberin dışında kalır
Ama sen anlamıyorsun bu kısmını masalın
Yarım kaldıkça tamamlanır insan, öğrendim bir şiirden
Ne yazık bunu da bilmiyorsun hiç görmediğinden

Sevmişsindir, çok da sevilmişsindir mutlaka
Böyledir, her suyun aktığı bir deniz vardır
Bir de duvarlara umutsuz çentikler kazıyanlar
Tırnaklarını parçalayan birileri kan revan içinde
Ağaç gövdelerine yürüyen kırgın bulutum şimdi söyle
Sen hangi ırmağa kavuşacaksın düze inince

Sahipsiz şiirler kimin ismiyle okunur
İçten içe yananların yarası kimdendir
Gel boynumdan şu fermansız kemendi al
Tersine dönsün dünyam aynanın çatlağında
Yağmurum atlasın sağır uçurumlardan

Muhammet Erdevir