Önemsiz günler ve haftalar-22

NAR HAFTASI

“İnsan kalbinin yerini merak ediyorsa, olmadığı için değil, duyamadığı içindir!” Kim söylemiş bunu, dur bi’ kenara yazayım, paylaşırım diyeceğiniz kadar iyi mi? Beğendiyseniz bir tane daha parlatayım, nasılsa hepimiz aforizmik kesildik, Türkçesi aforizmacıbaşı! “Evin yalnız kalması avlusuzluğundan, insanın yalnız kalması dalsızlığından!” Galiba oluyor, hem anlamlı hem uyaklı, bir de sosyal mesajlı, güncel göndermeli bir aforizma uydurursam, değmeyin gitsin!

Buldum! “Evinde nar olanın, gönlüne darlık düşmez!” Kamuya üç aforizma armağan etmenin erinciyle, evimizde bir tane, gönlümüzde bin tane nar var diyebilirim! Bizde nar var, sizde elma var, onda turunç, şunda ayva var… Hayat böyle lezzetlerle uyaklı olsa keşke, hatta böylece herkes bahtiyar diye bilsek! Bağbozumu, üzümün düğünüdür, biz de renkleriyle, kokularıyla şenlik kursak şölen yapsak! Eriktir, kirazdır, muzdur, çilektir, başımızın üstünde taşısak!

Ben Nar Haftası diyorum, siz de portakal haftası deyin, üzüm haftasını yakınlarda kutlamıştık, hatta ilk onu kutlamıştık yazıyla güzüyle. Yaz deyince karpuz, güz deyince üzüm, yüz deyince hiç, bir deyince nar! Dedim ya, bizde var, evde, bir tane!

Onu daha yokken düşlerdik. Nar, yokluğunda da var! Varlığını önceden hissettiren, sezdiren her şey gibi, ruhuyla haber veriyor kendini ilkin. O ruh usulca eve, havaya, yeryüzüne, göğe ve düşünceye doluyor. Taneleri önceden içimize, fikrimize, gönlümüze yağmaya başlıyor. Buna ‘Kırmızı Haftası’nda da değinmiştim, kırmızı bir akıl ve kırmızı bir düşünce doğuyor bundan. Nar’ın kırmızıya, o yoğun, kıvamlı akla katkısı da, tanelerini boncuklar gibi dökerek, daha renkli, daha esnek ve daha yalın bir düşünceyi çoğaltması oluyor.

Oluyor, çünkü bazen yalnızca bakarak olduğunu görenler var. Keşke onlardan olsaydım! Ben henüz sözcüklerle bakabiliyorum dünyaya, en fazla da sözcüklerin arasındaki boşluklara kadar gelip, oradan bakabilmeyi öğrendim. Bir gün sözcüksüz, boşluksuz, aralıksız, yalın çıplak bakabilmeyi çok isterim! Ne zaman? Hilmi Yavuz’un “Bedreddin” şiirindeki zaman: “ne zaman diye sorma, ne zaman/yaprağın fetreti gülün kıyamına,/gülün kıyamı ağacın isyanına/ dönerse işte o zaman”.

Renkli akıl, Narlı düşünce, gökkuşağından felsefe. Doğadan beslenme, doğal beslenme. Tamam, şimdi neyin kaynağı kaldı ki diyeceksiniz; haklısınız kaynak filan hak getire. Ama en azından bu renklerin, kokuların, lezzetlerin ana kaynaklarının, atalarının hatırına düşünmek de mi zor?

Düşünelim öyleyse. Limon düşüncesiyle başlayalım. O sarı, ince kabuklu, küçücük ama dopdolu şey. Neye yarar? Sıkmaya. Öyle düşünün. Bir karanlık var, kopkoyu bir an var, Ahmed Arif’in “hani kurşun sıksan geçmez geceden” dediği bir taş gece, kör karanlık var. O taşı eritmek, karanlığı delmek için elimizde ne var? Sarı düşünce var limondan. Boyuna posuna aldırmadan, damlaya damlaya ben bu karanlığı delerim inadı var. Limon, etkili bir düşünce bence. Üstelik her şeyin ona gereksinimi var. Sızmadığı yer yok. Sabır düşüncesi. Ondan hiç umulmayanı, beklenmeyeni gerçekleştirecek sürpriz bir düşünce. Limonu düşünün, limonla düşünün bence!

Düşüncenin caneriği. Düşüncenin canı erik. Sokaklara, evlere, bahçelere ilk çıktığı anı göz önüne getirin. İnsanın, dünyanın, hayatın kışın ağır örtüsünü üzerinden atmaya çalıştığı günlerde fırlar canerik de. Fırlar, çünkü insanlardan önce gelmelidir şehre, sabaha herkesten önce yetişmelidir, güneşten önce doğmalıdır, düşüncenin güneşi olmalıdır! Limon nasıl akıcı bir düşünceyse, fikirler, öneriler, buluşlar sular seller gibi artarda akıp giderse, toplanırsa, delta oluşturursa, belki oradan da bir Delta Düşüncesi çıkar, caneriği ya da yeşil erik ya da kısaca yalınyürek erik de parlak bir düşünce olarak parlar durur göğümüzde. Gözlerimizi de parlatır sevinçle, sözlerimizi zaten parlatır… Uyak istiyorsanız: Erinçle, bilinçle…

Elmayı düşünmek. Düşün kendisi. Elma Halkları Sosyalist Cumhuriyeti diye bir akım bile geliştirilebilir bundan, sosyalizm de böylece tazelenebilir. Elma Sovyetleri olaydı keşke! Kimi kırmızı, kimi Amasya, kimi Arapkızı, kimi çekik gözlü, kimi beyaz, kimi sarı, bu kadar enternasyonalist bir meyve de görmedim yoldaşlar! Hem bunca çeşitli, lezzetli bunca güzel ve bunca uygun ol, bahçelere sığma, dalları doldur, hem de bunca alçakgönüllü ol, bu kadar iyilik kimde bulunur, elbette yokun dilinden, yoksulun halinden anlayanda, kendisi de meyveler arasında işçi sınıfını, emekçileri, köylüleri, ezcümle halkı temsil edende, elmada. Ki bundandır hep “dosttan bir elma geldi, elma ne güzel elma” diye sevilmesi, söylenmesi. Öyleyse elmanın eşitlikçi, paylaşımcı, dayanışmacı bir meyve olarak düşüncemizde özel bir yeri olmakla kalmayıp, bizatihi kendisinin bir düşünce olarak bahçeden bahçeye, daldan dala yayılan çoğulcu anlayışın bir ürünü olarak değerlendirilmesi gerektiği, Lenin’in Toplu Eserleri Cilt 6’da unutulmuşsa, Yoldaş Troçki de önce devrim peşinde koşmaktan, sonra da ülke ülke dolaşmaktan yazmaya zaman bulamamışsa da, elmanın halkçı bir meyve olarak sosyalizm rüyasında güzel bir yeri ve anlamı olduğu açıktır. Yani, elma çoğul düşüncenin simgesi olarak her cumhuriyette demokrasiyi talep edenlerin yoldaşı olacaktır. Ol elma ol!

Karpuz. Yaz güzeli. Yaz düşüncesi. Geniş düşünmek. Düşünürken de ufak tefek kusurları görmezden gelmek. Hatta buğdayı, pirinci, alıcı küstürmeyecek olsak, dervişan bir düşünce diye bile bakabiliriz karpuza. Derviş gönüllü buğdayın küseceğini de nereden çıkardım ki? Unutun gitsin! Karpuz, tasavvuf ehlinin Kalenderi milletine çok yakın bir duygu uyandırıyor. Kalender. Geniş. Yaz gibi herkese var, hepimize yeter. Yere göğe, yoksula evsize, halsize dirlik getirir, yaz iyiliği verir. Gözünü gönlünü açar. Sevindirir. Gençlik gibi gelir. Karpuz yazdır, az değil çoktur. Bu bir karpuz güzellemesidir. Karpuz bir ütopyadır, dünyanın cennete döneceği günlerin ütopyasıyla hala kıpır kıpırdır içi. Coğrafya gibidir. Ovası, dağı, suyu. İster Yaz Düşüncesi diyelim ister Kalenderi Fikri. Karpuz bizdendir, bizim içindir.

Kiraz, portakal, çilek, mandalina, armut, ayva, üzüm, hele üzüm, kavun, incir, şeftali, alıç, yenidünya, başlayın düşünmeye. Hepsinin bir düşünce ürünü, meyvesi olduğunu göreceksiniz. Bizim Nar da öyle işte, onlardan biri. Biz de onunla düşünmeye başladık bunları.

Diyeceksiniz ki meyvelerden düşünce üretmeye mi kaldı işimiz? Yok, hayır. Ama doğayı düşünün, onun düşüncesiz bir işi, eylemi, ürünü, meyvesi olur mu?

Bizimki nar haftası, siz de lezzetlerden bir hafta seçin.

“Narı düşünürsen nar olursun…” demiş miydim?

SÖĞÜT DALI

Ormanın kuytuluğunda
Ağzımda küçük söğüt dalı,
Yeni bir yol açıyor keskin bakışlarım
Ağaçlar sallanıyor bir sağa bir sola

Kanatlarımın çırpması yükseltiyor
karanlık bedenimi

Yukardan izlerken olup biteni, konuk gibi
Mart olmalı Ekim miydi yoksa
Güneşle kavga ediyordu sanki
Toprağa vuran ve gamsızca
Zemini yoklayan gölgeler.

Tek başınaydı ağaçlar, sulayanı yok
Kökten derin ve dalları duada.
Göğe bakıyor yağmurun damlası için.

Yaprakların mahzun hışırtısında
Süzgün süzgün ışıldayan küçük göletin yukarısında
Canlandı aksini gören yorgun bedenim usulca
Ve döndüm durdum gölde yansıyan aksimin etrafında defalarca
Sessizlik vardı sadece, sessizlik
İpeksi rüzgârla gelen birkaç yaprağın hışırtısı
Ve çırpan kanatlarımın cüret eden şakırtısı

Döndüm, döndüm, döndüm
O dingin, nurlu gölün üzerinde
Ormanın geleni içine çeken girdabının yalnızlığında
Düştü ağzımdan küçük söğüt dalı, aşağıya
Ormanı sarmalamış konuk sessizliğin içinde,
Suyla buluştuğu anda,
Bıraktı sesiyle bir imza.

Fulya Eyilik