Pınar Gültekin ve öldürülen bütün kadınlar adına Ankara’da yapılan eylemde, “İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmasını istemeyenler asıl katillerdir” denildi.

Önemsiz Günler ve Haftalar-9

HEFTE SİYAH

Takthe Siyah (Karatahta), İranlı kadın yönetmen Samira Mahmelbaf’ın 20 yaşında çektiği ikinci filmi. Kürtçe çekilen bu etkileyici film, seyyar ya da sırtlarına aldıkları karatahtalarla dağlarda öğrenci arayan öğretmenlerin öyküsü. Saddam Hüseyin diktatörlüğünün Halepçe Katliamı'ndan kaçıp İran’a sığınan, sonra da dağlardan ülkelerine dönmeye çalışan Kürt mültecilerin dramını anlatıyor. Acıyla sevinç, buruk üzümle tatlı üzüm gibi değil, ateşli ve ışıklı gözyaşları gibi birbirine nasıl karışarak akıyorsa, bu filmi izlerken onu yaşamıştım. Başka filmlerden ödünç gözyaşlarım da vardır, şimdi sırası değil.

Gözyaşlarının da rengi, kokusu vardır. Filmi vardır, romanı vardır, şarkısı, şiiri zaten vardır. Reşat Nuri’nin “Kuşyemi” öyküsüne iki kez ağlamışlığım vardır. İlkinde, yazıyla ve kuşyeminden azıcık büyükken, ikincisinde, siyahbeyaz ve kurtlara yem olacak yaştayken. Üniversiteye gidiyordum ve bir yaz tatilinde babaannem, annem ve ben TRT televizyonunda izlemiştik, siyah gözyaşlarıyla. Safa Önal “Hikâyelerin İçinden” film dizisi için uyarlamıştı.

Suruç Katliamı'nın 5. yılı, IŞİD’in bombalı saldırısı sonucu 33 gencin can verdiği, 150’yi aşkın kişinin yaralandığı bu faili meşhur katliamın anmasında da, artık otoriter devletin doğal işleyişi haline gelen yöntem uygulandı, gençler yerlerde tekmelendi, acımasızca yumruklandı, saçlarından koparırcasına tutup sürüklendi, dövüldü… Bir bakıma yine ‘vakayi adiye’den denilebilecek zamanlara döndük. Anma, bağırma, konuşma, yürüme, toplanma, dayağı yiyince de ağlama! Böyle diyorlar. Onlar böyle diyor diye kimse de gözyaşlarından vazgeçmez elbette! Yasından da vazgeçmez. Anneler vazgeçiyor mu, 800 haftadır kayıplarını arıyor. ‘Cumartesi benim annem’dir, kayıplar kardeşimdir. Şehit anneleri evlatlarını anıyor, anneler, aileler oğullarını, kızlarını istiyor dağdan. Cumartesi Anneleri, Şehit Anneleri, Barış Anneleri, Diyarbakır Anneleri, Suruç Anneleri, hızlı tren kazalarında yitirilen canların aileleri…

Dağda, düzde, ovada, toprağın altında, kimsesizler mezarlığında…Yol gözlemekten gözleri yanıyor annelerin, gözyaşları ateş olmuş düştüğü yeri yakıyor, “Göz göz olmuş yaralarım kanıyor” diyor bir türkü. “İnsanın acısını insan alır” diyor Şükrü Erbaş, “evlat acısı”nın hiç umarı, avuntusu yok ama. Bir annenin kızını, oğlunu yitirmesinin, haber alamamasının, yerini yurdunu, varsa mezarını, yoksa gömüldüğü yeri, atıldığı suyu bilememesinin, kara toprağa bile verememesinin acısını sözcükler de bilemez, gözyaşları da. Biz de onların yerine boşu boşuna yazıp durmayalım.

Elbette hem bireysel hem de toplumsal yaslar tutulacak. Yas tutmak günahtır, yasaktır diyen fetvalara bakmayın. Onlar fetva! Yas tutmak, insanın şartlarındandır. Yas tutmayan insan olur mu? Yas tutan, acısını içine atar, gömer, saklar. Yas, unutmamak, hatırlamak, onunla beraber yaşamak içindir. Yas, direnmektir, dinmemektir, öfkeyi diri tutmaktır, kabul etmemektir. Yas, yaşatmaktır. Yasımızı tutacağız. Yas, Kerbela’yla başladı, matem ayı oldu, sonra hep sürdü, Karadeniz’de boğdurulan Mustafa Suphi ve 15 yoldaşından Sabahattin Ali’nin devlet eliyle öldürülmesine, Dersim’den Ahmed Arif’in “33 Kurşun” şiirinde anılan, general Muğlalı’nın emriyle kurşuna dizilen Van’ın Özalp köylülerine, faşist katillerce evlerinde katledilen 7 TİP’li öğrenciye, 16 Mart 1978 İstanbul Üniversitesine atılan bombayla can veren gençlere, Madımak’tan Başbağlar’a, 40 devrimcinin öldürüldüğü kanlı 1 Mayıs 1977’den yüzlerce canın gittiği 10 Ekim Ankara Tren Garı, Suruç katliamlarına, hızlandırılmışından yüksek hızlısına tren kazalarında yitirdiğimiz canlara, Soma’da madende, kader değil, fıtrat değil, cinayete, kapitalizmin vahşetine kurban verdiğimiz 301 madenciye, töre, aile, kadın cinayetlerine, Gezi’de kopardıkları genç fidanlarımıza, ölüm oruçlarında can veren müzisyenlere, evlatlarımız Berkin Elvan’a, Eren Bülbül’e, İdlib’de 33 askere, yoksul halk çocukları, ki “üzgünüm, bayrak asılmış evler gibiyim” demiştim onların haberi geldiğinde… Ezcümle katledilen gençlere, çocuklara, sivillere, askerlere, köylülere, öğrencilere…Yasımız var tutulacak! Çünkü yas, yitirmemektir. Yasımızı tutmazsak, tutmamıza izin vermiyorlar diye ağlarsak, işte o zaman yitiririz. O yüzden karşı çıkar egemenler yasa. İnsanın en değerli eylemlerinden birine, insanın anlamına karşı çıkarlar.

Yılda bir haftayı “hefte siyah” ilan edelim, siyah hafta, kara hafta, yas haftası, siyah yas… Adına ne dersek diyelim, ama yası göze alalım! Siyahı göze alalım! O hafta isteyen istediği yası tutsun, nasıl şenlikler, bayramlar, kutlamalar yapıp neşeleniyor, eğleniyor, seviniyor, kendimizden geçiyorsak, yas haftasında da gözlerimizi, kalbimizi, sesimizi yasla, matemle dolduralım. Yaslarımız ortak olsun. Birimizin yası hepimizin yası olsun. Olamaz mı, çok mu zor? Bir gözün diğer göze ödünç verecek gözyaşı yok mu? Öyleyse susarak, ağlayarak, kanayarak, yanarak, yürüyerek, ellerimizi göğe açarak, öfkemizi haykırarak, acı, kederli, koyu şarkılar mırıldanarak, sesimizi yasa boğarak, sözümüzü siyaha katarak, ve gözlerimi ve gözlerimizi… Ne yapacağımızı, neyle dolduracağımızı bilemeden hiç!

ERKEKSİZ HAFTA

8 Mart Kadınlar Günü. Tüm kadınların ‘emekçi’ olduğunu düşünüyorum, bu nedenle 8 Mart’ın başına ayrıca ‘emekçi’ sıfatı eklemeye gerek var mı, bilmem. Belki de tüm kadınların ‘emekçi’ olduğunu erkeklere iyice öğretmek için kullanılabilir.

8 Mart da 1 Mayıs’ın yolunda ilerliyor. Kaz adımlarıyla, rap rap rap diye değil elbette, emin adımlarla hiç değil. Koşarak, hızla demek de istemiyorum. 1 Mayıs’tan, işçiden, emekçiden, ezilenlerden, dışlananlardan, işsizlerden korkanlar, haklı olarak kadınlardan da korkuyorlar, ve son yıllarda hemen her 8 Mart’ta bir ‘arıza’ çıkarıyorlar! Tamam kendine ‘arıza’ demeyi seven, muhalifliğini, erkek topluma tepkisini arıza yaparak göstermek isteyenler de var. Var ama asıl arızayı devlet yapıyor bence, Arızadan çok mızıkçılık yapıyor, ben caydım, oynamayacağım, sizi de oynatmayacağım diyor ki…Alicenap devletimizin ve onun güçlerinin oyunları karşısında, yalnızca kadınların mı, vallahi hepimizin oynatacağından korkmuyor değilim! Daha gencecik bir insanın, Pınar Gültekin’in erkek arkadaşı tarafından korkunç biçimde öldürülmesini protesto eden kadınlar alanlarda polis tarafından şiddet gördüler, gözaltına alındılar! İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak için olmadık taklalar atılıyor, LGBTİ+ Onur Haftası yasaklanmakla kalmıyor, nerdeyse LGBTİ+ birey olmak da cezalandırılıyor! Şu memlekette dertsiz, tasasız doğrudürüst bir yazı yazamayacak mıyım? Yoksa bunun için ‘yavşak medya’dan olup hiçbir şeyle ilgilenmemek mi gerekiyor?

Demem şu ki diyecektim ki tam Can Baba çıktı geldi gönlüme: “Dayılar dayılanıp yaylar yaylandıkça” şiiriyle Galata Köprüsü’ne, “yüreğinin dubalarını geniş tut, ihtiyar/sen böyle nice dayılar gördün bugüne kadar” diyordu. 1 Mayıs, Onur Haftası derken, bunlar bırak 8 Mart’ı, 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan Hıdrellez Gecesi'ni bile yasaklarlar yakında! Kulptan çok ne var, kulp hazır, hatta gerek bile yok, ‘yasakladım!’ yeter.

Şimdi ‘bu ahval ve şerait içinde’, elbette kadınların bir vazifesi var. O da erkek dünyasına karşı, tabiatın kaç bucak olduğunu göstermek! Başka yolu da yok çaresi de. Ya erkek denilen ‘soy’ dünyadan sürülecek, kökü kurutulacak ya da o pek beğendikleri delikanlı lafla, hakkaten ‘adam’ olacaklar! Adam olmak, kendini egemen saymamak, kadından üstün görmemek, hatta kadını üstün görmek, ‘kodu mu oturtmamak’, kadına şiddet uygulamayı, dövmeyi, sövmeyi erkekliğin icabı görmemek, kız çocuklarının da erkek çocuklarıyla eşit olduğunu kabul etmek, kendi yaptığına ‘elinin kiri’ derken, kadının yaptığına ‘namus belası’ dememek, ve daha böyle çooook şeyler demektir.


Fakat erkekler hiç olmazsa makul bir seviyeye gelip, vahşiliklerinden kurtulup zararsız mahluklar oluncaya, yan, ıslah oluncaya dek, yılda bir haftayı ‘erkeksiz hafta’ olarak yaşamak münasiptir kanısındayım. Tabii bu 8 Mart’ı da içine alan hafta olursa daha da güzel olur. Ben şimdi ne yazsam, kadınlar kadar içten, dolu, doğru, hakiki, güzel, şahane öneriler yazamam, etkinlikler öneremem. “Dünya yerinden oynar” biliyorsunuz kadınlar özgür olsa! Ben sadece bir tek öneride bulunup çekileceğim. 8 Mart haftası dünyanın her yerinde ‘erkeksiz hafta’ olarak ilan edilsin, kutlansın, yaşansın ve o hafta hiçbir erkek sokağa salınmasın! Herkes erkeğini evine, bahçesine, bir yere bağlasın! 7’sinden 70’ine, ağasından beyine, işçisinden köylüsüne, yoksulundan zenginine, yaşlısından gencine, magandasından enteline tüm erkeklere sokağa çıkmak 1 hafta yasaklansın. Bir haftalığına bile olsa yeryüzü, gökyüzü yalnızca kadınların olsun ve dünya da biraz gün yüzü görsün! Keşke!

Zamansız Üç Rubai
1.
Bana her gün şarap verin a dostlar
Akça yüzüm allansın biraz ne çıkar
Dokuz tahtamı papazkarasından ısmarladım
Bu can bu tenden bir gün olur meyhaneye kaçar!

2.
Zahirde batında berdevam demlenirim
Can çıkar gene de pir ü pak kalır yüreğim
Sen halt etmişsin Mahmut, bir Kahhar değilsin!
Benim Gaffar’ım var hem Rauf, yetişir bre, ezelden esriğim!

3.
Ah şu erkan! Yok mu saki baba bir aman?
Dilim damağım gevredi erenler nerede Rahman?
Can fakir gerçekler demine devranına Hu desin ister:
Ey Zahit bilmezsin, “okunacak en büyük kitaptır insan”*

(*Hacı Bektaş Veli’ye ait bir hikmet)

CAN POLAT TEKER