Resmen “Barış pınarı operasyonu” adı verilen, ama farklı biçimlerde nitelenen sınır ötesi askeri harekâtın başlama tarihi belli; fakat ne kadar süreceği, ne zaman ve nasıl sonuçlanacağı bilinmiyor. Hele hele, resmi ağızlardan, “DEAŞ tamamen yok olana kadar mücadele edeceğiz” (F. Altun, Milliyet, 15.10.19, s.13) biçimindeki açıklamalar, harekâtın akıbetini “tamamen” belirsiz kılıyor. Gerçi, DEAŞ hedefi, uluslararası camiada en çok destek gören hedef olsa da, bu tür ve özellikle uluslararası uzantıları olan terör örgütlerinin tamamen yok edilemeyeceği açık.

Ama apaçık olan durum, Türkiye’nin iyice yalnızlaştığı ve Arap-Avrupa hattı başta gelmek üzere, dünya ölçeğinde bir “yaptırım harekâtı”nın Türkiye’ye yönelik olarak başlatılmış olduğu.

Şu anda, Ankara’nın muhatap alabildiği başlıca Devlet, Rusya. Rusya zaten bölgede ve Orta-Doğu’da hakimiyetini güçlendirmek için bulunmaz fırsatlar yakalamış durumda; bunda da, tek parti yönetimin Suriye iç savaşı karşısında başından beri hatalar zinciri belirleyici oldu.

Ülke sınırları içinde Akkuyu nükleer santralı için Rusya’ya ayrıcalıklar tanıyan AKP Hükümeti, bu kez tek kişi yönetimi altında, “bir gece ansızın gelebiliriz” söylemi ile başlatılan operasyon sürecinde Kuzey Devleti’ne Güney yakamızda hakimiyet alanı sunuyor.

YAPTIRIMIN İKİ YÜZÜ

Devletler ve uluslararası örgütler, Türkiye’ye yönelik yaptırımlar için hazırlık yaparken, Ankara yönetimi, operasyonu nitelemek için kullandıkları sözcükler nedeniyle seçilmişler dahil- yurttaşlara yaptırımlar uyguluyor.

Yaptırımın iki yüzünün anlamı şu: Saray yönetiminin olası hatalarının bedelini Türkiye ödemek zorunda kalacak; ama aynı yönetimin yanlışlarını dile getiren kişiler, çifte yaptırımla karşılaşacak.

Çünkü ülkemize uygulanacak yaptırımlardan onlar da nasibini alacak; ne var ki, müsebbibi kendileri değil.

DEĞERSİZ YALNIZLIK

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, TBMM’yi dün öğleden sonra, “Suriye operasyonu sonrası” bilgilendirme yaptı. Oysa böyle bir bilgilendirme önceden yapılmalı idi. Bu nedenle, -CHP dahil- Suriye tezkeresine hayır demeyen partiler bile, bunu eleştirdi.

Türkiye’nin uluslararası alanda yalnızlaştırılması, “değersiz yalnızlık” olarak nitelendi ve bunun Türkiye aleyhine doğurması olası olumsuz sonuçlarına dikkat çekildi; Suriye yönetimi ile doğrudan diyalog öğütlendi.

CBHS’NİN AKIBETİ

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi (CBHS) olarak adlandırdıkları ve sürdürülemez özelliği giderek apaçık hale gelen tek kişi yönetimini pekiştirmek ile Suriye müdahalesi arasındaki ilişki açık.

Karar alıcı makam, TBMM veya Bakanlar Kurulu değil, tek kişi.

Dış politika bakımından; –diğer alanlarda olduğu gibi- geleneksel diploması ilkeleri ikinci plana atıldığı için, uluslararası kamuoyunu bilgilendirme veya ikna etme konusundaki gerileme ve yetersizlik de kaçınılmaz.

Suriye müdahalesinin, -eğreti de olsa- yönetim lehine olası sonuçlar doğurması, CBHS’yi meşrulaştırmak veya pekiştirmek için kullanılacak görünüyor.

Yanılmayalım: Müdahale konusunda farklı sözcük kullanan kişilerin, -milletvekili de olsa- soruşturmaya tabi tutulabilmesi ile CBHS arasında doğrudan ilişki var.

Bu çerçevede, savcıların hemen harekete geçmesi ile Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun oluşum tarzı arasındaki ilişki de açık.

Sonuç olarak CBHS, dış politikada olduğu gibi içeride hak ve özgürlükler üzerinde de olumsuz sonuçlar doğurmaya devam ediyor.

ANAYASA’YA AYKIRILIK DAYANAĞI OLAMAZ

TBMM’de de, monokrasi yanlıları, her vesile ile, “artık CBHS var” bahanesini kullanıyor. Oysa CBHS, bir siyasal kavram olarak kullanılsa da, anayasal dayanaktan yoksun. Bu nedenle, normatif değere sahip anayasal hükümlerin yerine geçemez; dolayısıyla, CBHS, Anayasa’ya aykırı bir yasayı meşrulaştıramaz ve geçerli kılamaz. Bu konuyu daha çok işlememiz gerekir.