“Gündemdeki mesele” hakkında bir kelime daha yazsam, sanki bugüne dek savunduklarım hepten boşa gidecekmiş gibi bir his var içimde...

“Gündemdeki mesele” hakkında bir kelime daha yazsam, sanki bugüne dek savunduklarım hepten boşa gidecekmiş gibi bir his var içimde... Tuhaf ki tuhaf... Sebebi belki Kürt olsun Türk olsun analar ağlarken, gerisi yalan ağlarken, sinekten yağ çıkaran bezirgân saltanatının hapisten Fenerci kaçırma operasyonundandır. Yani Fenercilerin “bülbül olur şakırız” tehdidinden dolayı mı, yoksa “bizim iktidarımızda bizim şakirtlere hapis yakışmaz” tespitinden dolayı mı tahliye edildiklerini dahi merak etmeye üşenmekte oluşumdandır. Belki medyaya verilen “hizaya gel” komutunun demokrasi filan adına alkışlanmasını midemin kaldırmamasındandır.

Dedim ya ağlarsa analar ağlıyor, gerisi yalan ağlıyor.

Perihan Teyzem de böyle bir ana. Teyze diye hitap etmemin sebebi sadece arkadaşım Cahit’in annesi olması değil, kendi annem İsmet Hanım’ın can dostu, kankası olmasındandır. (Annemin mezar taşında “Mamak Annesi” yazıyor.) Ve illa ki bu dostluğu her iki ananın da, gözyaşlarını içlerine akıtarak 12 Eylül döneminde yaratmış ve yaşatmış olmasındandır.

Önce sizlere dünya güzellerinin fotoğrafını göstereyim, Mamak Cezaevi kapısında solda Perihan Teyzem, aradan bakan Medine Anamız, sağdaki de benim annem, İsmet Hanım:

Perihan (Akçam) Teyzemin o günleri, yani ağlatılan anneleri anlatan kitabı “Onca Çileden Sonra” güncellenmiş haliyle yeniden yayınlandı. Bizde adettendir, su küçüğün söz büyüğündür. Bu hafta benim sözümü, Radikal gazetesindeki röportajından, Perihan Teyzem söylüyor.

Gazeteci Ayça Örer soruyor: “Oğlunuz [Cahit] cezaevinden çıktıktan sonra ne hissettiniz? Mamak’ta yaşadıklarınızı geride bırakabildiniz mi?”

Teyzem cevap veriyor: “Pek dışarıdan bakamıyorsunuz. Artık o sizin de meseleniz. Ben neredeyse 80 yaşıma geldim. Arada tansiyonum yükseliyor. Kendime çok dikkat etsem de, tansiyonum yükseldiğinde doktor ‘noldu’ diyor. Evde kavga edecek biri de yok. Gazetede okuduklarım, haberler benim tansiyonumu fırlatıyor. İçim sızlıyor. Hele o gençlerin başına gelenler. Yine 19 ay cezaevinde kalanlar yeni çıktı, ne değişti? Yine bizim, anaların içi sızlıyor… İnanın o çocukları mitinglerde, eylemlerde gördüğüm zaman, elimde olmadan gözlerimi yumuyorum. Ben bir oğlumun gözaltında çatal bıçağı yok diye ağlarken, bir oğlumun üzerine her gün buzlu su döküldüğünü bildiğim halde ağlayamadım. Gözyaşı dökerek değil yumruklarımı, dişlerimi sıkarak isyan ediyordum. Ağlamaya fırsat bulamadım, biliyor musunuz? İşkencenin türlü çeşidini gördük. Bırakın yağmurda yağışta kapıda bırakırlar, güneşli günlerde içeri alırlardı.”

Gazeteci soruyor. “Siz cezaevi kapılarında çocuklarınız hakkı için uğraştınız. Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelen analarsa, kayıpların, faili meçhullerin çözülmesini istiyor yıllardır...”

Perihan Teyzem cevap veriyor: “Zaman zaman Ankara’da onları desteklemek için onlarla beraber onlarla oturduk. O daha acı bir şey. Çocuklarının mezarı yok. Analık çok ayrı, gerçekten. Çocuğunun toprağına bile razı oluyor analar, o bile yok ortada. Yıllarca hâlâ oğlunu, eşini arıyor. Bir mezara razı. Kim öldürdü, niye öldürdü? Yeni yeni davalar açılıyor ama tetikçiler bulunuyor... Biz o kapının önünde bir aile olmuştuk. Bazen hakikaten bir ekmeği lokma lokma paylaşırdık.”

Sana söz Perihan Teyzem! Gelecek günlerimizi de lokma lokma paylaşacağız. Çünkü dün nasıl sizlerin sayesinde de mağdur değil muhatap olduysak, yenilmediysek, şimdi de mutlaka biz kazanacağız.