ABD’de Donald Trump, Macaristan’da Victor Orban, Hindistan’da Narendra Modi, Filipinler’de Rodrigo Duterte, Polonya’da Jaroslaw Kaczynski, İtalya’da Matteo Salvini... Liste daha da uzatılabilir. Yükselen sağ popülist dalganın iktidara taşıdığı son isim Brezilya’nın Trump’ı olarak adlandırılan Jair Bolsonaro.

Dünyanın farklı coğrafyalarında da olsalar benzer zeminler üzerinden yükseliyorlar. İsimleri farklı olsa da yok aslında birbirilerinden farkları. Hepsi aynı siyasi iklimin ürünleri. Hepsi de sağcı otoriter bir anlayışın tezahürleri.

Ortak özellikleri kadın, emek, sol düşmanı olmaları, ötekilerden nefret etmeleri, otoriter, neo liberal kapitalist yağmayı savunmaları. Sağ iktisadi fikirlerle popüler bir muhafazakâr kültürel söylemi bir araya getirerek, kitleleri korkular üzerinden teslim alabiliyorlar.

Muhafazakar sağcı popülist liderler Trump, Bolsonaro gibi zengin işadamları içinden çıkabildikleri gibi, Orbán, Modi, Duterte gibi alt orta sınıf bir geçmişten de gelebiliyorlar.

Sağ popülist dalga yükselirken
Kapitalist küresel krizin yarattığı hoşnutsuzluk kapitalist merkezlerde merkez siyasetleri sarsarken, ortaya çıkan öfke üzerinde tepinen aşırı sağcı figürler bu krizi fırsata çevirebiliyorlar.

Dünya bir Trump ile baş edemezken, dört bir tarafta yeni Trump’lar sırayı bekliyor. Trump’ın akıl hocalarından Steve Bannon, aşırı sağ dalgayı örgütlemek için Avrupa’da karargâh kurarken, Almanya, Fransa, Norveç, Danimarka, Hollanda, Avusturya, İngiltere gibi ülkelerde yabancı düşmanı, aşırı sağcı popülist partilerin yükselişi de sürüyor.
Alman AfD, Bavyera’nın ardından Hessen eyaletinde de büyük sıçrama yaptı. Alman faşistler bütün eyaletlerde parlamentoya girmeyi başardılar. Anketlere göre ülke genelinde ise ana muhalefet konumundalar! Benzer yükseliş Finlandiya’dan Baltık Devletleri’ne, Avusturya’dan Slovakya’ya kadar bütün kıta genelinde sözkonusu.

Trump’ın Latin versiyonu Bolsonaro
Latin Amerika da bu popülist sağ dalgadan azade değil. ‘Tropik Trump’ olarak da adlandırılan Bolsonaro her yönüyle Trump’ın Latin versiyonu. ABD destekli sağ muhalefetin siyasi türbülansa sürüklediği önce parlamento ardından da yargı darbelerinin gerçekleştirildiği ülkede, işkenceden tecavüze, eşcinsellerden kadınlara, Amazon ormanlarından siyah Brezilyalılara yönelik açıklamaları nedeniyle tepki çeken bir isim. Kadınlara, siyahilere, eşcinsellere ve yerlilere açıktan düşman. Suç oranını düşürme, sokakları güvenli hale getirme, bireysel silahlanmanın önünü açma, kürtaj karşıtlığı gibi vaatlerle çıkış yaptı.

Bolsonaro’nun seçilmesiyle ülkedeki vatandaşlık hakları ile siyasi ve sosyal hakların tehdit altında. Eski bir yüzbaşı olan, darbe dönemini savunan Bolsonaro, Brezilya’yı küresel kapitalizmin istekleri doğrultusunda özelleştirmelerle neo liberal yağmaya açmayı da vaat ediyor. Devasa zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahip Brezilya, petrol başta olmak üzere yabancı şirketler tarafından yağmalanacak.

Dış politikası da Trump’ın bir kopyası. Ülkesini Paris İklim Anlaşması’ndan çekebileceğini söyleyen Bolsonaro, anlaşmanın şartlarının Brezilya’nın egemenliğini sınırladığını ve Amazon bölgesine dair alınacak kararlar konusunda hükümetin elini bağladığını savunuyor. Trump’ın politikaları ile örtüşen bir diğer yaklaşımı ise İsrail’i önceleyen dış politikası.

Latin Amerika’yı bekleyen tehlike
İki binli yılların başından bu yana ülkeyi yöneten İşçi Partisi iktidarının devredilmesiyle birlikte, Güney Amerika’nın ve de dünyanın en büyük ülkelerinden Brezilya’da bir dönem sona ermiş oldu. Durum sadece Brezilya için değil Latin Amerika açısından da iç açıcı değil. Venezuela ile birlikte Latin Amerika’daki “solcu iktidarlar kuşağı”nın beslendiği ülkelerdendi Brezilya. Ve artık yok.

Brezilya’nın da kaybedilmesiyle Güney Amerika tamamen sağın, ABD dostu neo liberal iktidarların insafına bırakılmış oldu. ABD’nin emperyalist hegemonya alanı Latin Amerika’yı her zamankinden de zor günler bekliyor.

Zor günler sadece Brezilya’yı ve Latin Amerika’yı değil, bütün dünyayı bekliyor olacak. Sağ popülizmin bu kadar yükseliyor oluşunun küresel ölçekteki etkileri kendisini yakında gösterecektir. İki dünya savaşı arasındaki sağcı, otoriter, popülist liderlerin neler yaptığına tarih tanıktır.