Anayasa değişikliği tartışmalarında ‘Evet’i savunanların en çok kullandıkları ve yabana atılmayacak oranda vatandaşımızın da tercihini belirlerken dikkate aldığı iki kavram var:

İstikrar ve iki başlılık.

Birbiriyle ilişkili olan bu iki kavramdan istikrar, genellikle hükümet sayısı ve koalisyon üzerinden gündeme getiriliyor. Bazen yalan ve çok ayıp propagandalara da başvuruluyor. Koalisyon istikrarsızlıkla, istikrarsızlık geçmişteki SSK hastaneleriyle, hastanelerdeki sorunlar bir dönem Genel Müdürlük yapmış Kılıçdaroğlu ile ilişkilendiriliyor. Kılıçdaroğlu hasbelkader o dönem SSK’de memur olsaydı da sorumlu tutacaklardı sanki!

Her halükârda geçmiş tüm sorunlar asıl dinamiklerinden soyutlanıp çok yanlış bir formüle indirgeniyor: “tek parti hükümeti = istikrar = sorunsuz bir ülke” Nitekim değişiklik teklifinin gerekçesinde uzun uzun yazılmış;

“Özü itibarıyla 1961’de oluşturulan mevcut hükümet sisteminin Türkiye’de bir türlü istikrar üretemediği görülmüştür. 1983’ten günümüze kadar geçen 33 yılda 21 hükümet kurulmuş, bu hükümetlerin ortalama ömrü yaklaşık bir buçuk yıl sürmüştür. Ülkemizdeki siyasi hayatın istikrara kavuşturulması ve tartışmasız istikrar üreten bir sistemin benimsenmesinin önemi açıktır.”

(Mevcut)…sistem yerine; yasamanın ve yürütmenin ayrı ayrı ve doğrudan millet tarafından seçildiği bir sistemin benimsenmesinin ülkemizin şartları ve ihtiyaçlarına daha uygun olduğu anlaşılmıştır. Seçim ve sistem bizatihi istikrar üretmelidir; istikrarı konjonktürün dalgalanmalarına bırakmak doğru değildir.”

Öncelikle örnek verilen 33 yıldaki 21 hükümetten 8 tanesi arka arkaya gelen AKP hükümetleridir. 1983 - 1991 sonu arasındaki sekiz yılda ise Anavatan Partisi’nin tek başına iktidarı söz konusudur. 2002 - 2017 arasındaki 15 yılla birlikte referans alınan 33 yılın 23 yılı tek parti iktidarları ile geçmiştir.

İstatistiklerde hiç değinilmeyen bir tarih aralığı var: Cumhuriyet’in kurulduğu andan çok partili hayata geçilmesine kadar geçen süre. Yani 1923 - 1950 yılları. Malum Tek Parti dönemi. Hükümet sayısının azlığını istikrar olarak gören yaklaşım bu dönem hükümetlerini pek görmüyor. Bu 27 yıllık dönemde tam 19 hükümet kurulmuş. Ve inanılmaz dönüşümler hayata geçirilmiş.

Birkaç rakam da Avrupa’dan; Aralarında Danimarka, Finlandiya, İsveç, Portekiz, Hollanda, Fransa, Belçika’nın da olduğu yirminin üzerinde Avrupa ülkesi uzun yıllardır koalisyonlarla yönetiliyor.

Rakamlardan gidilecekse açıkça görüldüğü üzere ne “hükümet sayısı” ne de “koalisyon” sayıları üzerinden istikrar temellendirilemez.

Koalisyonlarda, değişik çıkar ve çözümleri temsil eden partiler belli bir program etrafında uzlaşarak bunu da kamuoyunun bilgisine sunup, parlamento aracılığıyla da tüm vatandaşların güvenoyunu alırlar. Etkin yönetim açısından riskler içerdiği açıktır. Ama şeffaftır. Uzlaştırıcı olur ve toplumsal gerilimleri absorbe eder.

Ayrıca siyasi partiler öylesine bir araya gelmiş gruplar değildir. Ülke sorunlarına ve yönetim tarzına ilişkin ortak siyasi düşünceleri benimseyen vatandaşları temsil ederler. Eğer tek bir partinin iktidara gelemeyeceği kadar çok parti parlamentoya girmişse bu, toplumun sorun ve çözüm konusunda yeterince ortaklaşamadığı anlamına gelir. Demokrasisi pekişmemiş ülkelerde sadece parti/hükümet sistemi değiştirilerek başkanlık sistemi getirilir ve değişen çıkarların parlamentoda temsiline izin verilmez ise işte o zaman ülke/toplum bölünür. Kazananın her şeyi aldığı “sıfır toplamlı oyun” demokrasiyi ve barışı sağlayamaz. İyi işleyen, iyi işlediği iddia edilen Başkanlık sistemlerinde yurttaşları doğrudan ilgilendiren konular eyaletlere bırakıldığı için gerilim az olmaktadır.

Bizde ise başta ekonomik konular olmak üzere alabildiğine merkezileşen, tüm yetkilerin yürütmenin başına verildiği bir sistem var. Sistemin sınıfsal tercihleri nedeniyle gidişat da bu yönde olacaktır. Belediyelerin imar yetkisinin bile sınırlandığı, tüm kamu yöneticilerinin liyakat sistemi terk edilerek merkezden belirlendiği, hatta belediye seçimlerinin bile kıymeti harbiyesinin kalmadığı bir sistem tam tersi istikrarsızlık kaynağı olacaktır. Belki “yürütmenin uyumlu çalışması” anlamında istikrarı sağlayacak ama siyasi/siyasa istikrarını sağlayamayacaktır.

Çift başlılığa gelince; öncelikle anayasa tartışmalarında çift başlılık; ya yasama ve yürütmenin kendi içinde ya da birbirleri arasındaki gerilimlerden kaynaklanan yetki görev tartışmaları anlamında kullanılır. Yürütmenin ve yasamanın ayrı ayrı seçimle gelmesi nedeniyle ortaya çıkan çift meşruiyet sorunu çerçevesinde de tartışılır. Ama kuvvetler ayrılığının üçüncü ve en önemli ayağı olan yargı hep ayrı tutulur. Ancak bizdeki tartışmalarda ağırlıklı olarak ima edilen yargı olagelmiştir. Pranga, engel ve hızlı idare hep bu anlamda kullanılmıştır. Giderek “uyumlu yargı” istemi ile de somutlaşmıştır. Birbirleri ile denetleme ilişkisi içerisinde olması gereken yasama ve yürütmeye ilişkin yetkilerin cumhurbaşkanına verilmesi yanında; değişiklik teklifi ile yargı gücü de Cumhurbaşkanına bağlanıyor.

“Baş” benzetmesinden gidecek olursak; yasama ve yürütme ayrı ayrı gelenek, fonksiyon ve çalışma sistemleri olan yapılardır. Dolayısı ile denge ve denetleme mekanizmaları ile etkileşim içinde olmak kaydıyla “ayrı gövde ve başlarının olması doğaldır.” Ancak yargının bağımsızlığından taviz verilemez.

Şimdi yapılmak istenen ise, felsefe ve fonksiyonları farklı olan bu üç farklı gövdeye tek bir baş oluşturmak!

İki başlı tek bir gövdeden kurtulmak iddiası ile yeni bir ucube yaratılmak isteniyor!

İstikrarsızlık ve toplumsal yarılma yaratması kaçınılmaz olan bu ucube sisteme HAYIR!