Gazetemizin manşetini ben atsaydım, böyle derdim!

Çünkü BirGün de AKP’nin kongresine sokmadığı altı muhalif gazeteden birisi. Yani kongre haberini ancak “mış” kipiyle verebilecek imkânı var. Ayrıca “AKP” deyip lafı dolandırmanın bir âlemi yok ki, partinin kongresinin de kendisinin sahibi tek adamın adıyla anılması daha inandırıcı.

RTE’nin kongrede cama bakarak yapacağı konuşma büyük bir merakla beklenmekteydi. Ama üç gün üst üste katıldığı TV programlarında çanak sorulara cama bakmadan verdiği paldır küldür cevaplarda diyeceğini de demişti. Kongrede ise üç gündür söylediklerine bir cila çekti, o kadar. Yani hiç sürpriz yoktu.

Kongreyi anlayabilmek için önce şu hususu unutmamalı: RT Erdoğan’ın çok şanslı olduğunu, hep iki ayağı üzerine düştüğünü kabul etmek lazım. Mesela öyle şanslı ki “vesayet” kavramı bile adeta onun işini kolaylaştırması için muğlâklaştırıldı. Önce ikiye ayrılıyor, asker ve sivil diye. İkisi de aynısını yapsa bile, otomatikman “asker yaparsa kötü, sivil yaparsa iyi”! İyi mi? Sermayenin sınıfsal vesayetinin zaten devlet bünyesinde kurumsallaşmış olması da, bu yapıdaki içsel olgu ABD’nin, vesayetin her biçimindeki rolü de gargaraya getiriliyor.

***

Evet, kongrede yine bir “Balkon konuşması” beklentisi yaratılmıştı. Orhan Pamuk Türkçesinde minarelerin şerefesine balkon denildiğinin hatırlandığı şu günlerde, Erdoğan da bu kongrede adeta minareye çıktı ve şerefeden konuştu, uhrevi ve dünyevi kibriyle…

Konuşması, önceden yaratılan “Manifesto gibi olacak” beklentileri karşısında hakikaten tam bir FİYASKO sayılabilir. Hiçbir şey söylemedi. CHP’yle uğraştı. Yeni anayasa konusunda sadece “yeni bir anayasayı yıl sonuna kadar yapalım” dedi. Başkanlık rejimi hakkında tek kelime etmedi. Sadece “veda değil de bu molada yine milletimizin hizmetinde farklı unvanlarla olacağız” derken Başkanlık iması yapmış oldu. Gül’ü (ve belki de Cemaati de) kastederek “hiç kimse aramıza nifak sokamaz” diye vurguladı. Yazımı acilen gazeteye yetiştirmem gerektiğinden, konuşmasını dinledikten hemen sonra çalakalem şunları söyleyebilirim:

Şiirle başladı konuşmasına ve ağlayarak; ağlarken, belli ki Hoca Efendiyle de yarışmak istemişti. Şiir üstüne şiir okudu ama konuşması hiç de şairane değildi, meddah gibiydi: Yaşam tarzına karışmayacakmış! Çoğunluğun azınlığa hükmetmesine karşıymış! İlkokul bebelerine verilecek sütten ve tablet bilgisayardan bahseder mi diye bekledim, bahsetmedi! Suriye bahsinde, hamasetle yetindi ve teğet geçti, bu işi tavsattığı belliydi ve herkes bunun beysbol sopasından sonra olduğunun farkındaydı…

Kongreden önce de üç gün boyunca TV’lerde üzerinde en çok durduğu konulardan birisi, Kürt meselesiydi. Bu konuda yine hem nalına hem mıhına vurmayı tercih etmişti. Kürtleri savunanları döverim, asarım, keserim dedikten sonra, Kürtleri aslında severim ve öperim mealinde de konuşmuştu. 2013’te seçim var. Dolayısıyla AKP, PKK ile elbet yine görüşebilir. “Müzakere olabilir, Öcalan’la olabilir ama BDP ile olmaz” derken herkesi taammüden şaşırtmıştı. Ama BDP’yi dövüp el altından da PKK’yi muhatap alacakmış gibisinden bir taktiğe karşı en güzel tepkiyi Selahattin Demirtaş vermişti: “Korkarım yakında da PKK’ye ‘BDP ile aranıza mesafe koymazsanız sizinle görüşmem’ diyecek!”

Evet, Erdoğan aslında Kürt meselesinde ne diyeceğini kongreden önce belli etmişti. Öcalan’a ev hapsi yok! BDP’lilerin dokunulmazlığı kalkacak! Daha ne desindi? Belki ilaveten “Barzani’yi kongreye davet ettik işte”, diyebilirdi. Ama kongrede yine-“yeni” bir sayfa açtığını ilan etmekten geri durmadı: “Biz yüzlerce adım attık, şimdi de Kürtler bir adım atsın, teröre karşı seslerini yükseltsin. Yol haritasını yeniden çizmek istiyoruz. Hepimiz aynı kıbleye dönüyoruz. Kürtler gelsin AKP ile kucaklaşsın, birlikte çözelim. İnadına demokrasi diyorum!” Bu arada “İnadına” diye diye, bizleri bile taklit etmekteydi!

***

AKP seçmeni hakikaten demokrasiye inanan bir seçmen midir? Anketler yalan söylemiyorsa, hiç de öyle değil. Demokrasi filan umurunda değil. Yine de, bu kadar aşikâr katakulliye rağmen milletin yüzde ellisi hâlâ niye ona destek veriyor?

Çünkü RTE müthiş bir “mış-gibi” yahut “tokenizm” ustası! Tokenizm kavramının tam da sözlük karşılığında söylendiği gibi, o da “açılımlarını” ancak sembolik ölçekte yerine getirmenin, göstermelik ödünler veriyormuş gibi yapmanın ustası! Arkası gelmeyen, fiiliyata dönüşmeyen konuşmaların, rüşvet-i kelâmın erbabı da değil mi? Zora gelince hemen “farklı” bir fikri kabul edermiş gibi görünmek onda, her kesime boncuk dağıtmak yine onda… “Token”, “göstermelik” demek. Yani mostralık! Vitrinlik… Şahıslar açısından AKP milletvekilleri arasında Kürt, Alevi, liberal ve hatta “eski solcu” boncuklar da yok mu? Nitekim kongre konuşmasında yine herkese, her kesime muhafazakâr ve milliyetçi boncuklar dağıtmayı ihmal etmedi, “Gazi Mustafa Kemal’in yolundayız” bile dedi, ardından “Erbakan’ın yolundayız” da dedi, daha ne yapsın?

Ama şunu da belirteyim ki, “token”in bir diğer karşılığı da “jeton”. Yani tokenizm karşısında seçmenin de token’inin düşüp düşmeyeceği çok önemli!

***

Bakmayın afra tafrasına… RT Erdoğan işinin zor olduğunun farkında. Dindar birisi olarak “İnsan plan yapar kader gülermiş” sözünü mutlaka kendisi de biliyordur. RTE’nin “kaderinin” iki yüzü var. Birinci yüzünde, Cemaat, Gül ve ABD yer alıyor. İkinci yüzünde, Kürtler ve emekçiler ve öfkeli seçmenler ve giderek ayılan seçmenler var. Hele bir de ekonomik krizle geçim derdi geçiştirilemez bir hal alırsa, Kürt mücadelesi en uç noktasına varırsa, RTE’nin bütün hesapları güme gitmez mi? Karizmayı çizdirir. Yani? Şu önümüzdeki iki yılda kim öle kim kala…

Bütün bunları da mutlaka hesaba katmış olan Erdoğan, iktidar olduğunu ispatlayarak atağa geçtiği A noktasından (2010 referandumu, 2011 seçimleri) şimdi B noktasına geldi mi? Geldi. Yani bu iki nokta arasındaki hattın, çizginin doğrultusu, gidişatı belli. Kimse ona engel çıkarmazsa tam da bu doğrultunun devamında yer alan bir “C noktasına” ulaşmayı, en az on yıl daha iktidarda kalıp başkanlık rejiminde “misyonunu” yerine getirmeyi hedefliyormuş.

Mevcut koşullarda kısa dönemde böyle bir AKP’yi alaşağı etmek kolay değil ama ona direnmek pekâlâ mümkün! Ve bu direnişteki devrimci tarz ve inat çok önemli... Bu gidişat bütünüyle engellenemese ve bu doğrultuda önemli bir kırılma yaratılamasa bile, direnişlerimiz pekâlâ bir “sapmaya” yol açabilir. Bilinmeli ki, AKP’nin gidişatındaki bir “sapma” dahi uzun vadede onu C noktasından uzaklaştırabilecek ve hatta D gibi bir noktaya yaklaştırabilecektir.

Yani şimdi acil olan bu gidişatı direnerek bozabilmek, AKP ve RTE’yi yolundan ve zıvanasından çıkarmaktır! Devrimci muhalefettir. Ancak bu şekilde “beraber yürüdük biz yollarda” dedikleri, onunla beraber yürümenin başarısızlığa ve felakete yürümek olduğunu görebilecektir.

Aksi halde “C noktası” hakikaten 2023 ise, RTE ve AKP buradan dönüp 1923’e ve dahi tarihe “Ceee!” diyebilecek… “Hafazanallah”, çıtayı 2071’e dek yükseltmekten bile geri kalmayacak.

C noktası, bir Cinnet noktasıysa eğer… C noktası yerine mesela D noktasına yönelebilmek için, AKP’nin gidişatını mutlaka bozmak, direnmek şart…

Ve “D” deyince de, bizim aklımıza yine Devrim geliyor elbet…

Daha doğrusu aklımızdan hiç çıkmıyor ki!