Yılın ilk yazısı bir "muhasebe" ya da "temenni" metni olmaya meyyaldir. Ne de olsa hepimizin hızla geçip giden günlerdeki önemli olayları hatırlamaya ve yaşananlara inat geleceğe dair umut beslemeye ihtiyacımız var. Ancak bu 1 Ocak yazısı, politik dalgalanmalar ve krizlerle dolu olması muhtemel yeni yıl için salt dileklere değil ilerici hatta net politik tutum alışlara ihtiyacımız olduğunu vurgulamak uğruna kaleme alındı. Çünkü 2017'nin son günlerinde tanıklık ettiğimiz gelişmeler safların ve stratejilerin belirginleştiğini gösteriyor.

Paramiliter güçlere dokunulmazlık veren KHK sonrasında ilk kez bir OHAL dayatmasına muhalif sol ve demokrat çevreler dışında bu denli yüksek perdeden itiraz geldi. Bu düzenlemenin, fiilen kapitalist devleti ele geçiren iktidar blokunun "düzen içi" çözüm kalmadığında başvuracağı bir iş olduğunu sermaye de bürokrasi de biliyor. "Düzen içi" reçetelerde ısrarlı olan TÜSİAD bu nedenle hemen açıklama yaptı. Akabinde iktidarın siyasal İslamcı projelerine ve milliyetçilik kisvesine bürünmüş militarist politikalarına ses çıkarmakta ürkek davranan geleneksel sağ cenahtan ve ulusalcılarda eleştiriler yükseldi. Feyzioğlu'ndan Aydınlık çevresine kadar birçok isim iç savaş tehlikesine işaret etti. 90'lı yıllar boyunca derin devlet operasyonlarına sempatiyle bakan, Çatlıların kadim dostu Akşener dahi "son KHK bizim için yok hükmündedir" dedi.

Bu durum elbette saydığımız şahısların demokrasiye bağlılıklarından ileri gelmiyor. Ancak onlar bile Saray-AKP etrafında ve onun amaçları uğruna harekete geçirilecek silahlı sivillerin memleket için "beka sorunu" olduğunu kestiriyorlar. Zira HÖH'ten Sadat'ına kadar farklı operasyonel kabiliyeti olan bu grupların hedefi yalnızca sosyalistler, cumhuriyetçiler değil; öyle olsa sağcıların hiçbiri sesini çıkarmaz, ellerini ovuşturur. Ama farkındalar ki Saray'ın karşısında sandıkta ya da sokakta seçenek olabilme imkanına sahip her odak kolaylıkla bu grupların saldırılarına maruz kalabilir. Nitekim "görev" bekleyen silahlı aktörler, böyle bir durumda önceden belirlenen adreslere saldırarak büyük bir çatışmanın taşeronluğunu yapmaya soyunacaklar.
Abdullah Gül'ün, silahlı milislere cezasızlık maddesini eleştirmesi ise diğerlerine nazaran medya ve iktidar kulislerinde daha fazla kendine yer buldu. Gül, tartışmalı madde dışında KHK'ye sahip çıkıyor, meşhur düzenlemede "ufak bir düzeltme" ile "muğlaklığın" önüne geçilmesi gerektiğini söylüyordu. Sonrasında Erdoğan ile Gül arasında söz düellosu başladı. Ve bir kez daha "Gül, Erdoğan'ın karşısına aday olarak çıksın" korosu sahne aldı. Hazin olan birileri restorasyon adına "güler yüzlü İslamcılık" alternatifini pişirirken kendine demokrat diyenlerin bu hegemonya stratejisine teslim olmaları… Cumhurbaşkanlığı döneminde siyasal İslam'ın yapıtaşlarının ağır ağır döşenmesine vaziyet eden, İslamcı güç odaklarını merkeze taşıyan Gül "girdaptan çıkma vaadi" adına ilerici güçlerin yanlarına çağıracakları bir isim değildir, olamaz. 1990'ların ikinci yarısında "laikliği keşfeden" Demirel'den memlekete gelen "fayda" neyse Gül'den de ancak o kadarı gelir! Güler yüzlü İslamcılık, belki vites düşürür ama yaşam alanımızın dinselleştirilmesi devam eder.

Son KHK üzerinden dönen münakaşa, saydığımız aktörler için aslen cumhurbaşkanlığı adaylığına ısınma turu. Akşener "milletvekili değil başkan olacağım" diyerek kervanı yola çıkardı. Tercihinin de CHP ile değil Demokrat Parti ve Saadet Partisi ile ittifak olduğunu söyledi. Sağ pastanın yüzde yirmilik bir kısmına oynayan Akşener, başkanlık için MHP'nin yanı sıra AKP ve CHP'den de oy alması gerektiğini biliyor. Bunun yolu CHP'yi bizzat CHP seçmenin gözünde birinci seçenek olmaktan çıkarmak. Akşener sağcılaşma dalgasını kabartıp CHP'yi o dalgaya çekerse muradına erer. O da cumhuriyetçi seçmen için bir başka hazin tablo olur. Kılıçdaroğlu, cumhurbaşkanı adayı olabileceği sinyalini geçenlerde böyle bir atmosferde verdi. Adalet yürüyüşü esnasında da bu adaylık meselesi basında ve kamuoyunda konuşulmuş fakat sonra nadasa bırakılmıştı. Şimdi Erdoğan ile değil ama Gül ve Akşener ile mevzi savaşı veriyor. Enerjiyi burada harcamak yerine seçim için ön koşulları şimdiden deklare eden, bugünden itibaren süreci örgütleyen bir siyaset tercih edilmelidir.

Sağ cenahtaki Gül'lü, Akşener'li, Saadet'li, MHP'li, BBP'li trafik çok yoğun. Bu şeritte 2018'de bir dolu kaza yaşanacak. Süreç ilerledikçe sağın patronu, taşeronu ve fedaileri arasında çıkar çatışmaları ayyuka çıkacak. İktidar bloku içindeki klikler Erdoğansız çözüm ararken Saray mevcut oligarşiyi tehdit ve vaat ile bir arada tutmaya çalışacak. Belki de seçim sürecini organize etmek için KHK'lere başvurulacak. Peki ya ilerici güçler? Bu kayıkçı kavgasını seyredip tarafları "sorumluluğa" mı davet edecek yoksa kendi bağımsız yolundan mı gidecek? Cevap ikincisiyse şayet önce ilk seçenekte ısrar edenlere "yeter" demesini bilmeliyiz. 2018, kendi sözümüzü büyüttüğümüz bir yıl olsun.