Türkiye yine bir seçim arifesinde ve hemen hemen tüm adaylar belli. Yapısal değişiklikler nedeniyle milletvekili seçimi il genel meclisi seçimi mertebesine düşürülmüş durumda olduğundan öne çıkan mutlak devlet başkanını seçmek.

Adaylar netleşirken sağ sol ayrımının da biraz bulanıklaştığı düşünülebilir. Ancak adayların geçmişlerini çok karıştırmadan bugün dediklerine bakarsak seçim parlamentoya geri dönüş veya saray yönetimi arasında olacağa benziyor. Bunların ikisinin de kategorik olarak birbirinden çok farklı olması gerekmiyor bu arada. Ayrıca seçimi muhalefetten birinin kazanması durumunda da ne olacağından emin olmak zor. Çünkü saray süper yetkilerle donatılmış durumda ve ortam her türlü istismara açık. Yani esprili yaygın isimlerle konuşursak ‘abla’ ya da ‘abi’ o koltuğa oturunca ne olur bilinemez. ‘Yakışıklı’ iddialı konuşsa da o koltuğa en uzak aday.

Adil seçimlerin garantisi de olmadığından ve zaten bu yönde genel bir kanaatin de varlığından dolayı seçim sonuçları kaybeden taraf tarafından mutlaka şaibeli ilan edilecektir.

İttifaklar meselesi koltuğunu bırakmayan istemeyen adamların kaygılarından kaynaklanmış olsa da ağırlaşarak devam eden temsiliyet sorununu bir nebze azaltabilecek bir sonuç vermiş görünüyor. Ortalıkta bir taraf olarak görünen ve sayıca dikkate alınabilecek grupların hepsi iki ittifak üzerinden Meclis’e girecek. HDP hem demografik olarak hem de yakın geçmişteki sonuçlar itibariyle bu kez baraj sorunu yaşamayacak gibi görünüyor.

Sadece sosyalist partilerin bu yeni denklemde -HDP ile birlikte çalışmak dışında- var olan sistem içinde barajlı barajsız seçilme ihtimalleri yok gibi ya da bu ihtimal büyücek partilerin insafına kalmış durumda. Perinçek’in partisi de kamuoyu etkisi seçmen desteğinden daha büyük olduğu için ve hiç kimse bu partinin yanına yanaşmadığı için bu yeni temsiliyet dağılımının dışında kalacak.

AKP’nin ‘yetmez ama evet’ dönemlerinde fazlaca vurgu yapılan demokratik kaygılar son yıllarda yerini otoriter ve plebisiter bir yaklaşıma bırakmış durumda. Bu yaklaşım ‘ben bir fazla oy aldıysam sana yaşam alanı tanımam’ yaklaşımı. Haziran seçimleri bu anlamda da plebisiterler ve temsili demokrasiciler arasında bir seçimi işaret ediyor.
Plebisiterlerin kim olduğunu biliyorsunuz. Kendileri dışında, hatta bazen kendileri içinde de, herkese hain diyen partiler. Diğerleri ise şimdilik birbirlerine jestler yapan ancak ispatını ancak iş üzerinde görebileceğimiz muhalefet partileri. Bu arada en çok jesti CHP yapmış görünüyor. Diğer ortaklar o kadar sıcak değil gibi.

HDP’nin ittifaklar dışı kalması hem iyi kötü. Açıkça sol sosyalist bir parti konumuna evrilme şansı var ama bu daha ziyade teorik bir olasılık. Büyük ihtimal HDP’nin oyu Kürtler, sosyalistler ve milli ve yerli ve dini vurgulardan rahatsız olan azınlık merkez sol seçmenlerden gelecek.

CHP’nin önünü açtığı ittifaka girmemiş olsa da seçim matematiği ve oyların coğrafi dağılımı itibariyle HDP’nin ittifaktan fayda göreceği söylenebilir. Kürt seçmenin yoğun olduğu illerde şimdiye kadar yarışın modernleşmeci ve Sünni muhafazakarlık arasında geçtiği ve CHP’nin buralarda oy potansiyelinin pek olmadığı söylenebilir. Sünni muhafazakarlık çizgisinin ikiye hatta üçe bölündüğü ortamda HDP’nin en azından Kürt seçmenin çoğunluk olduğu yerlerde daha çok milletvekilliği kazanması mümkün. Sonuçta İP ve SP’nin AKP oylarını alacağı ortada.

İkinci turda kim kime oy verir ve HDP dahil 5 muhalefet partisinin kapalı kapılar ardında ne konuşup ne üzerine anlaştığını bilemeyiz ama ibre CHP ya da İP adayının ikinci turda muhalif seçmenin önüne çıkacağını gösteriyor. Sonuç sandığa giren oyların nasıl sayıldığı değil de kime verildiğine göre belirlenirse bu seçimin şu an itibariyle belirleyici partisi HDP’dir. Çünkü geçmiş seçim sonuçları da anketler de Saray grubunun yüzde 40, muhalefet grubunun yüzde 45 dolayında olduğunu işaret ediyor. Dolayısıyla da bu denklemi HDP’nin vereceği ikinci tur kararı çözecek. Tabii bu kedileri trafolardan uzak tutabildiğiniz durumda geçerli.

İyi haftalar ve bol şanslar.