Biraz da omuz meselesi bu, hepimiz bir omuz versek, belki şakül, sarkaç, hepsi yine “Benim Kabem insandır/Kuran da kurtaran da!” anlayışı doğrultusunda düzelir, hiza alır, çekülden çekidüzen verirdik kendimize, birbirimize, cemimize cümlemize!

Şakülden İnhiraf

Şakül ya da çekül, yerçekiminden yararlanarak dikey biçimde inşa edilen herhangi bir şeyin yere tam anlamıyla dik olup olmadığını ölçmeye yarayan araç. Dikey hiza. Hiza diki. Pandül, sarkaç diye de bilinir. Basit bir terazi düzeneği. Hiza terazisi. Güzel sözcükler, şakül, çekül, sarkaç, hepsini severim, dülgeri ayrı marangozu ayrı sevdiğim gibi. Hele su terazisini! Suyu tartmıyor hayır, su hizaya getiriyor. Gülü su ile tartmak gibi.

İnhirafsa sapma, kaçma. Açı değiştirmek bir bakıma. Eksen kayması. Çok karşılığı var, yazı içinde de hatırladıkça söylerim. Şimdilerde yalama olmuş akıl tutulması, vicdan tutulması var bir de, güneş tutulması, ay tutulması deseler anlarım, onlar var çünkü bizden önce de, bizden sonra da, olmayan şeyin tutulması mı olur, aklı geçtim hele vicdanın, nerde?

Şakülden inhiraf böyle bir şey sanırım. Yazıya başlıyorsan, bir yolun, bir hizan olmalı, hiç olmazsa harfler bekler bunu. Birkaç cümle sonra şakül kaymaya, yazı yolundan ayrılmaya, derdinden kopmaya başlıyor. Yalnızca yapılar değil, uluslar, toplumlar, insanlar, tabii yazılar, çiziler, uğraşlar da ‘şakülden inhiraf’ kafasını yaşıyor yeni moda deyimle!

Şakülden inhiraf, öte yandan psikiyatri terimine, tanımına da benziyor. Neyi var, şakülden inhiraf, vah vah, pek de yüksekmiş! Memleket meselesi de denilse yeri var. Zira eksen kayması var! Toprak kayması, zemin kayması gibi. İnsan yoldan çıkabilir, hatta tekdüzelikten kurtulmak, sisteme boyun eğmemek için yoldan çıkmak da gerekir. Öte yandan insan yolunu değiştirebilir, elbette maddi çıkarlar, ikbal beklentisi, nemalanmak gibi mide bulandırıcı, tiksindirici nedenlerle değil, akıl ve kalp yoluyla, inandığı şeyden vazgeçip başka bir inanç ya da düşünceye yönelmek en doğal hakkıdır insanın. İnanmadığı, benimsemediği bir görüşte niye kalsın?

Şakülden inhiraf, yani hizayı tutturamamak, kaçırmaksa eksen kaymasına yol açar ve o yapının nerede duracağının, nasıl duracağının bilinemeyeceği gibi, ekseni kayan insanın da nereye dek gideceği, nereye yıkılacağı da hiç bilinemez! Üstelik bunlar çoğun yan tarafa da gitmezler, hatta bulundukları yerden pek de uzaklaşmış sayılmazlar, tuhaf olan da budur. Buradadır ama değildir, diklenir ama eğiktir, düz gider ama yamuktur, kafa yerindedir ama içi için aynı şey söylenemez. Diyeceğim, yanında, burada sandığın biri çıkar, öyle şeyler yapıp söyler ki, sen kendine bakarsın, doğru yerde miyim diye! Bir de şavullayana!

Şakülden inhiraf hem toplumsal hem bireysel olarak yaşanır, yaşanıyor ve bireysel sapmalarda da toplumsal olanın payı hayli yüksektir. Toplum mühendisliği diye bir şey var ya, aslında itiraf ediyorum, onu ben başlattım! ODTÜ Sosyoloji’de okurken kütüphane kartımda bölümümün yanlışlıkla Sosyoloji Mühendisliği olarak yazılmasıyla başladı her şey! Yıllar sonra da olsa bunu söylemek vicdan azabımı biraz olsun hafifletiyor! (Kartım duruyor, gerek duyulması halinde gösterebilirim!)

(Cemiyetteki inhiraf beşeri bir çehreyle ferdin inkişafına mani oluyor...Ferdimiz de böylece kendini teselli mahiyetinde bir terakki içinde buluyor! Ama ne terakki efendim, şehzadeler, sultanlar, prensler, prensesler dahi saltanat dairesinde bunca tekamül edememişlerdir!)

Mesele yeni değil diye eski dilden bir örnek yazdım yukarda parantez içine. Şakülden inhiraf hem eskidir hem bulaşıcıdır, domino teorisine benzer, onda nasıl bir taşın devrilmesiyle yanındaki taşlar da devriliyorsa, burada da bir yapısal sapma diğer yapılara da sirayet ederek onlarda da şakülden inhirafa yol açar. Domino Teorisi her ne kadar bir ülkenin komünist olmasının komşu ülkelere de komünizmi getireceği ‘korkusu’ üstüne kurulmuşsa da, maalesef böyle olmamıştır! Bakınız en yakın örnek Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve Türkiye!

Bulaşıcı olmakla kalmamış salgına da dönüşştür ki, dik durabilen, eksen kayması yaşamadan düşünmeyi, eylemeyi sürdürebilen çok az insan vardır artık. Nasıl şimdi felaketimiz olan Covid-19’dan ancak toplumun büyük çoğunluğunun aşılanmasıyla, sürü bağışıklığı kazanarak kurtulabileceksek, şakülden inhiraftan da belki yıkılıp yeniden kurularak doğrulabiliriz ancak.

Şakülden inhiraf hem bir durum hem de bireysel bir sapma olarak yaygın. Fakat bir o kadar yaygın olan bir şey de, herkesin yanındakini sapmayla suçlaması! Komik diyeceğim ama değil, keşke öyle olsaydı, acı ve acınası daha çok! Sen dönmüşsün, uzaklaşmışsın, kaymışsın, sapmışsın diye yanındakini suçlayan da savrulmuş gitmiş, ama kimsede hiza ölçüsü, dikkati kalmadığı için ve herkesin hizası kendisi olduğu için, hiza yalnızları olarak yalnızlığımız şakülden değil, temelden.

Hem sarkacız hem sarkacın altındaki. Yok birbirimizden farkımız. Şakülden inhirafımız. Yani diyeceğim şakülden inhiraf diye başkasını işaret ederken şakülden şavullama da mevzubahis olabilir, aman diyelim! Şakülden çuvallamayalım derim! Mustafa Köz diye şair ötesi bir şahane var memlekette, bence çoktan şiir olmuş biri de, adettendir şair diyorlar hala, onun şiiri çoktur, derindir, yüksektir, şaşırtıcıdır, doğrudur, yakışır, bir de Sincap Gölgesi diye şiirsemeleri vardır ki, her şaire, okura elzemdir. İşte onun bir yerinde, “Şair değil, şiir omurgalıdır” demiştir ki, tam da bizim şakülden şavullamak üzere olduğumuz şu yazının da imdadına yetişmiş demektir, bu yazıyı kurtarsa kurtarsa bu cümle kurtarır, medet ya Mustafa, iki Köz’üm!

Biraz da omuz meselesi bu, hepimiz bir omuz versek, belki şakül, sarkaç, hepsi yine “Benim Kabem insandır/Kuran da kurtaran da!” anlayışı doğrultusunda düzelir, hiza alır, çekülden çekidüzen verirdik kendimize, birbirimize, cemimize cümlemize!

‘Hiç değişmedim ben’ demek doğru olmadığı gibi diyalektik de değildir. Sen değişmesen, zaman değişir, iklim değişir, çevre değişir, değişmek imandandır, o nedenle ancak akıştan bihaber olanlar değişmediklerini sanırlar. Değişelim ama, her şey eskide kaldı, şimdi yeni şeylerin zamanı diye, bizi biçimlendiren, ruh katan, ruhumuzu havalandıran, bugüne dek onlarla kendimizi iyi hissettiğimiz, iyileştiğimiz eski şeyleri de inkar etmeden!

Kötü olan değişmek değil, inkarcılıktır! Eleştiri kültürünün olmadığı, ‘azıcık demokrasi iyidir, fazlası azdırır’ kafasının hüküm sürdüğü, otoriter ve güvenlikçi ‘devlet baba’ anlayışının gemisini yürüttüğü bir yerde, farklılıkları savunmak da hem hiç değişmeyen hem de dönmekten yerinde duramayanlar tarafından aynı şiddetle karşılanır, yargılanır. İlki fikrisabittir, ikincisi dön baba dönelim! Cumhuriyetin demokrasi ile büyüdüğü, geliştiği iklimlerde düşünce ağacı da çok çiçek açıp çok meyve vereceği için taşlanmaz, asmayıp da beslenir!

Pusulayı şaşırmak. Sonra da buna alışmak. Galiba şakülden inhiraf durumunu bir süre sonra olağanlaştırarak, ve yarılma demeyeyim peki, ama irtifayı kaybettiğini kabul ederek kendini bırakmak, nereye kadar giderse gitsin deyip sonunda da çakılmak. Peki, şakülden inhiraf durumundaki ‘eleman’ nasıl ve nereden tanınır? ‘Bundan böyle üniversitelere külliye denile!’ fermanından 2-3 gün geçmiş geçmemişti, otobüste zat-ı muhteremin cep telefonu çaldı, o sırada üniversite durağında inmek üzereydim, bu 40 yıldır öyle söylüyormuş gibi, ‘efendim Kadir Has Külliyesinin oradayım’ diye konum bildirirken, dayanamadım elimi de sallayarak bağırdım, ‘ne külliyesi be orası üniversite, üniversite!’ Yıllardır üniversiteye külliye diyebilmenin dayanılmaz hasretiyle mi solmuş sararmıştı yoksa biz istediğimiz yere istediğimiz şeyi deriz diye çevreye de mi duyuruyordu, her ne haltsa, sesini alçalttı.

Şakül, çekül, pandül, sarkaç, terazi, pusula, eksen, şiraze...Ayarı kaçmışlara ne dersen de, neyle ayar verirsen ver, net’cede şakulden inhirafı yemiş bir kere, ne yapsan nafile, beyhude, boş yere!