2017 Kasımı AKP'nin Atatürk ile “barışmasının” miladı mıdır? Anıtkabir'e otobüs kaldıran AKP teşkilatları neden harekete geçmek için bu yılı beklemiştir? Talimatı verenlerin ve o talimatla yola çıkanların beklentisi nedir? Yoksa “Yenikapı ruhu” Anıtkabir'de yeniden mi canlanmıştır? Atatürk övgüsü, siyasal İslam'dan çark edildiğinin mi göstergesidir? Sorular ne denli çoksa cevapları da o kadar uzun…

Erdoğan, 10 Kasım günü yaptığı konuşmada “Biz Atatürk'ü tüm yönleri ile anlayacağız ve anlatacağız” dedi. Tüm siyasi varlığını cumhuriyet ile hesaplaşma üzerine kuran, 10 Kasımlarda Anıtkabir'e gitmeyi zulüm ile eş gören bir siyasi geleneğin son temsilcisinden bu sözleri duymak çoğu kişi için şok ediciydi. Halbuki nicedir emareler belirmiş, yandaş yazarlar zemin hazırlamış, Saray'a milimetrik bir pas verilmişti. Mutlak iktidar ise hedeflenen, bu uğurda Atatürk övülebilirdi. Hem Atatürk başka Atatürkçülük başkaydı. İlkine sahip çıkmak ikincisini benimsemek anlamına da gelmiyordu. Atatürk'ü “istismarcılardan kurtarmak” iddiası da Saray'ın retoriğine pekala uydurulabilirdi. Erdoğan, kurtarıcıyı “kurtaran” bir aktör olarak kendine yine en ayrıcalıklı pozisyonu rezerve etmişti.

AKP'nin yükseliş yıllarında Kemalizm ile “hesaplaşmak” liberal ve demokrat kimlikli öznelerle ittifakın bir gereğiydi. Cumhuriyet mitingleri esnasında bu ittifak kemikleşti ve 12 Eylül referandumuna el ele, kol kola gidildi. Liberallerle yolunu ayıran AKP bugün ideolojik hegemonya için Atatürk ve modernleştirici rolüyle kavga etmeye ihtiyaç duymuyor. Hatta liberallerin şimdilerde Saray rejimine “İslamcı Kemalizm” demeleri işlerine dahi geliyor. Ötesinde Erdoğan kitlelerin nazarındaki Atatürk imgesini kendi siyasi hırsları için dönüştürmeyi deniyor. Batı ile gerilen ilişkilere koşut olarak sahte bir anti-emperyalist tutum takınan Erdoğan, Amerikancı Menderes öykünmesinden çok mandacılığa prim vermeyen Mustafa Kemal referansına başvurmayı daha işlevsel görüyor. Böylece kendi tek adamlığını kurucu lider üzerinden tahkim ederek, 15 Temmuz'u ikinci kuruluş günü olarak gündemde tutmayı hedefliyor.

Saray için Atatürk'ü muhalif kitlesel hareketlerin sembolü ya da birleştirici öğesi olmaktan çıkarmak ve Kemalist cenahta kafa karışıklığı yaratmak seçim maratonu arifesinde taktiksel olarak önemli. Zira iktidar, Hayır'ın cumhuriyetçi kanadının programdan yoksun ve ideolojik savrulmaya açık olduğunun farkında. 16 Nisan öncesinde Atatürk referansıyla Hayır'a çalışan Aksener, Feyzioğlu gibi sağcı ya da sağ Kemalist aktörler cumhuriyetçi, ulusalcı tabanda belirli bir karşılık bulmuştu. Akşener'i parti kurma konusunda cesaretlendiren de sahadaki bu deneyimiydi. Erdoğan bu hamlesiyle henüz doğrudan karşısına almadığı Akşener'i boşa düşürmekle kalmıyor, cumhurbaşkanlığı seçiminde adaylık düşü kuran birilerine de ihtar çekiyor. “Atatürk'ü ruhu faşist, söylemi Marksist çevrelere bırakmama” çıkışıyla Hayır diyenlerin sola meyletmesini önlemek isterken “merkez benim” tezini yineliyor.

Atatürk ile “barışma”, TSK, MHP ve Perinçek ittifakının sürdürülmesinde ideolojik makyaj vazifesi görüyor. Günaşırı Saray'a destek verdiğini açıklayan Bahçeli ve devlet eliyle İslamcılaştırmaya sessiz kalan Perinçek taraftarlarına AKP'lilerle “aslanlı yolda yürümeyi” ortaklık zemini olarak sunmaya devam edecek. 10 Kasım'da tekrarlanan misak-ı milli vurgusu, hem bu ittifakın hem de “iktidarın kaderi ile ülkenin ki ortaktır” safsatasının bir parçası olarak devreye sokuluyor. Saray, üst komuta kademesiyle kurduğu ilişkiyi parti-devlet özdeşliğinin yapıtaşı gibi görüyor ve Atatürk methiyesiyle Kemalist askerlerin biatını hedefliyor.

Saray'ın bu taktiği AKP tabanında zihin bulanıklığına yol açar mı? Hayır. Çünkü taban sembolik ve retorik yön değiştirmelere adapte olacak kadar güç karşısında edilgen ve kırılgan. Ayrıca iktidarın İslamcı ajandasını terk etmediğinin de farkında.

Erdoğan Atatürk'ü övdü diye iktidar gemisinden kimse denize atlamaz. İslamcı entelijansiyadan yüksek sesli itiraz gelmesi de beklenmemeli. Çünkü istisnalar hariç bugün ortada boy gösterenlerin hepsi kaderlerini “davaya” değil Saray'a teslim etti.
“Atatürk açılımı”, diğer “açılımlara” mı benzeyecek? Laiklikten bağımsız bir Atatürk portresinin cumhuriyetçi tabanda kabul görmesi olası mıdır? Erdoğan Atatürkçülerden oy alabilir mi? Bu soruların cevabı iktidara değil muhalefetin izleyeceği stratejiye bağlıdır. İktidar blokuyla “Atatürk sevgisi” yarıştırmak gereksiz ya da iktidarın Atatürk aleyhtarı sözlerini hatırlatmak yetersizdir. Muhalif kitle adalet ve emek ekseninde kurucu bir siyasete davet edilmelidir. Haziran direnişlerinden Adalet yürüyüşüne ortak deneyimimiz cumhuriyetçilerin büyük ölçüde bu çağrıya icabet edeceğini göstermektedir. Esas amaç laik güçler arasında tabanda işbirliğini örecek ve iktidarı mağlup edecek tutarlı bir program ve ona uygun söylem geliştirmektir. Bir başka ifadeyle Hayır'ın solunu kitleler nezdinde asli seçenek haline getirip umuda evriltmektir.