12 Eylül’de BirGün gazetesi “metroları da çalacaklar” manşetiyle çıktı. Haberde Ulaştırma Bakanlığı’nın yapımı süren iki metro hattının İBB’ye devredilmemesi için plan yaptığı, hatta bu bahiste belediye iştiraklerinden yüksek ücretle personel transferi dahi başlattığı yazılıydı. Böylece günlerdir merakla sorulan Bakanlığın “U aşkı” açığa kavuşmuş oldu. Mesele “harf” cambazlığı değil fiili bir kayyım rejimi denemesine simge koymak. İktidar, İstanbul’da nicedir doğrudan Saray’a bağlı “paralel bir belediye başkanlığı” kurma çabasında. Taşeronluğu da bakanlıklar üstleniyor.


Son iki yılda tecrübe ettiklerimiz 2019 yerel seçimlerinin yakın tarihin önemli bir kırılma noktası olduğunu kanıtlar nitelikte. İmamoğlu’nun 31 Mart’taki ilk seçim başarısı sonrasında sandığı deviren iktidar, yinelenen seçimden de -üstelik daha büyük- bir yenilgiyle çıkınca tüm stratejisini İBB’yi çalışamaz bir kurum haline getirmek üzerine kurdu. Erdoğan’ın “topal ördek” benzetmesi öylesine söylenmiş bir söz değildi, Erdoğan sadece belediye meclisindeki kompozisyonu işaret etmekle kalmıyordu aynı zamanda Saray’ın İBB’ye karşı bir kuşatma politikası izleyeceğini ifade ediyordu.

Nitekim iktidar, devletin tüm olanaklarını bu kuşatma politikasının başarılı olması için seferber ediyor. İmamoğlu ve İBB’yi karalamak için yapılanlar bugüne dek hiçbir belediye başkanı ve kadrosu için yapılmadı. Ancak ne güdümlü eylemler kamuoyunda iktidarın istediği sonucu yarattı ne de yandaş köşe yazarların ve trollerin yaydığı yalan yanlış haberler. Hal böyle olunca iktidar, çareyi çeşitli bürokratik mekanizmaları kullanarak İBB’nin projelerini durdurmakta buldu. Galata Kulesi gibi şehrin simgesi bir tarihi eser belediyeden alınıp Turizm Bakanlığı’na bağlandı. İBB’nin halka sorarak belirlediği Taksim Meydan Projesi’nin içinde yer alan Gezi Parkı ise apar topar sadece kâğıt üstünde var olan Sultan Beyazıt Vakfı’na devredildi. Bununla da kalmadı. Taksim’e cami için jet hızıyla karar alan Koruma Kurulu, üzerinden 7 ayı aşkın bir zaman geçmesine rağmen Taksim Meydan Projesi’ni gündemine almamakta ısrar ediyor.

Belediye taksilerle ilgili kangrenleşen soruna çözüm getirmek istiyor, UKOME’de her defasında reddediliyor, belediye meclisinden yeni otobüs alımıyla ilgili kredi çekilmesi kararı alınıyor ama kredi talebi Saray’da bekletiliyor. Konuta adil erişim sorunu var ancak merkezi idare rant hırsıyla bu alanı da kendi tekeline alıyor. Liste uzun ancak bu uzun listenin mağdurları belli. Saray’ın her hamlesinin bedelini İstanbullu ödüyor. Kendi seçtiği belediyenin imkânlarının budanması, birikmiş sorunlarla mücadele için uygulamaya geçirmek istediği önlemlerin önüne set çekilmesi zaten zor olan kent yaşamını daha da yorucu hale getiriyor.

İzmir’de, Ankara’da, Millet İttifakı’nın kazandığı çeşitli belediyelerde de iktidarın işleri zorlaştırdığını biliyoruz. Örneğin İzmir’de depremzedelerin yıkılan evlerini yeniden yapmak için büyükşehir belediyesi Dünya Bankasıyla kredi anlaşması imzalamıştı; Erdoğan krediyi onaylamadığı için harekete geçilemedi. Ancak bu ve benzeri örneklerin hiçbiri İstanbul ile kıyas götürecek düzeyde değil. Çünkü iktidarın İstanbul’u kaybetmekle aldığı yara, yitirdiği diğer büyükşehirlerin toplamından çok daha fazla. AKP döneminde İBB’ye hortum bağlayarak halkın parasıyla ticari faaliyet yürüten kimi yandaşların “dükkanlarını kapatmak” zorunda kalmaları dahi bunun bir kanıtı.

İktidarın müdahalelerine rağmen yerelde yaşanan değişim umut verici. Pandeminin yükü kent yaşamındaki esaslı canlanmayı ertelemiş olsa da yıllardır görmezden gelinen bir potansiyelin peyderpey ete kemiğe büründüğünü gözlemlemek mümkün. Karar alma biçimlerinden istihdam politikasına, gençlerin katılımından kültür sanat faaliyetlerine çok yönlü bir değişim yaşanıyor. Türkiye’nin geleceği yerel yönetimlerin biriktirdiği deneyim ve tabanda yaşanan dönüşümle şekillenecek. Sonucu beğenmediğinde sandığı devirenler değil her mahallede demokrasiyi derinleştirecek mekanizmalar kurma cesareti gösterenler yeni bir siyasetin olanaklarını güçlendirecek. Bu değişimin bir anda gerçekleşmesi elbette zor, ancak bu yönde bir irade ortaya koymanın önemi büyük.

Önümüzdeki CB ve parlamento seçiminde, muhalefet tarafından yönetilen belediyelerde yaşayan seçmenin tavrı kritik bir rol oynayacak. “Üç koyunu güdemezler” üzerinden siyaset yapan iktidarın propagandasını etkisiz kılacak en büyük faktör belediyelerin karnesi olacak. Saray’ın yapmadığı/yaptırmadığı ve kamu çıkarını doğrudan ilgilendiren işleri başarıyla üstlenebilen bir muhalefet iktidarı sandıkta devralma gücüne pekâlâ ulaşabilir. Yeter ki hizmet iddiasını, mevcut rejimin tahribatını ortadan kaldıracak politik-kurumsal dönüşüm iddiası ile birleştirebilsin.