Birkaç gün önce bizim BirGün “Haydi bizi de alın, memleketi kurtarın” diye manşetten bağırmıştı...

Birkaç gün önce bizim BirGün “Haydi bizi de alın, memleketi kurtarın” diye manşetten bağırmıştı. Bunu okuyan imamın ordusu mensuplarının “İyi fikir!” dediklerinden kuşkum yok.

Hani bir şeyi kırk kere söylersen olurmuş derler, yahu bunlar da “terörist” diye diye bizi hakikaten terörist yapmasınlar! Muhalif gazete çıkarmak, terör eylemi. Sendikalı olmak, parasız eğitim istemek, sağlıkta özelleştirmeye itiraz etmek, Kürtler özgür olsun demek ve hele hele bunları art arda sıralamak teröristliğin daniskası sayılıyor.

Ama mesela Sarkozy ile, kim daha uzağa fikirleyecek diye “fikir özgürlüğü” yarışına girmenin bile demokratlık sayıldığı bir yerde, boş verin gitsin, ne derlerse desinler! Zaten her ikisi de neo-liberalizm düzleminde fikirdaş ve bu ideolojik ittifak karşısında bizler ise yine terörist...

Gerçi hep böyledir; güç sendeyse, iktidarsan, ideolojik hegemonyanı tesis etmişsen en gaddar halinle bile masumsundur, en muktedir halinde bile mağduru oynayabilirsin...

İyi de bizim “güzel ideolojimiz” hiç mi işimize yaramayacak?

Özellikle Kim il Jung vesilesiyle buna bulaşanların epey çoğaldığı şu günlerde... Mesela Taraf gazetesinde sosyalizm ideolojisi tam da bu minvalde tartışılabiliyor. Bu tartışmadan neden bahsetmediğimizi soran okuyucu mektupları da var. Yahu meşhur “Badem Hoca” (Bursa’da tarikat lideriyim diye müritlerine cennet vaadiyle cinsel istismarda bulunan zat) ile İslamiyet’i tartışmak neyse, Bay Berktay gibilerle sosyalizm hakkında konuşmak aynı seviyede olmaz mı? Bizim “Eski Solcu” ne güzel demişti: Sömürge Tipi Liberal! Kısaca setele (STL), valla sevdim bu “setele” şeyini... Sarkozy-Erdoğan ittifakı yanı sıra, bu setele şeyleri arasında da bizleri derhal terörist (Ergenekon, KCK yani) diye yaftalamada ideolojik birlik yok mu?

Yine de meydanı boş bulan bu setele’lere aldırmayıp kıyasıya bir ideolojik mücadele, bu ülkenin devrimcilerinin her zamankinden fazla boynunun borcu. Bunun için pratik çözümlerimiz yok mu? Var. Devrimci siyasetler ve bunları dillendirmek için meydanlara çıkan muhalifler bunun için var. Ve bu doğrultuda, yeniden üretilmeyi bekleyen teorik çözümlemelerimiz yok mu? Var. Marksizm “öğretisi” gezegenin dört bir yanında öğretmeye devam ediyor! Krize düşmüş burjuva ideologları bile bu öğretiden kopya çekiyor.

İdeolojimiz, işte bu “öğreti” ile pratik faaliyetlerimiz arasında organik bir “dolayım” olabildiği ölçüde inandırıcı kılınabilir... Zaten işin bütün sırrı da burada...

Devrimci siyasetlerin işe yarayabilmesi, açık ki “öğreti”nin (teorik çözümlemelerin) değil,  pratik çözümlerin sıradan ve sahici insanlar tarafından benimsenebilmesine bağlı. Öyle ki, teorik düzlemde ya da ideolojik bakımdan “çözdük” dediklerimizi, bir kez de pratik düzlemde “kitlelerin özdeneyimiyle” çözmeye, yani onlara da “çözdürmeye” yöneltmek zorundayız...

İdeolojimiz, sıradan ve sahici insanlar tarafından kavranıldığı ölçüde ve sürece “maddi bir güç” haline gelebilir. Benzer bir düşünceyi Lenin de ifade etmişti. Rusçasında nasıl demişti bilmiyorum, ama İngilizce çevirisinde “kavramak” fiiline karşılık “grasp” kelimesinin kullanıldığını hatırlıyorum. Öyleyse burada, bu fikri serbest vezin şöyle çevirmek mümkün: “Düşünceler halk tarafından ele alındığı, tutulduğu, kavrandığı, idrak edildiği, istekle kabul edildiği zaman [yani “grasp” edildiği zaman] bir güç haline gelebilir, düşünceler böyle iktidar olabilirler.”
Bizim derdimiz işte budur: iktidar alınmadan önce ve iktidarın alınabilmesi için böyle bir süreci yaşayabilmek ve yaşatabilmektir. Sınıfsal derdimiz, tarihseldir.

Varsın setele’lerin (STL’lerin) derdi kendilerini gersin...

İmamın Ordusu, ikide bir gelip bizi alırsa alsın, ama tarihsel sonuçta havasını da alsın!