Geçen yazımda Peker ifşaatları/itirafları ile ilgili olarak, genelde yargının özelde ise savcıların niye harekete geç(e)medikleri üzerine yazmaya çalışmıştım.

Ülkemizin yetmişlerden bu yana yaşadığı ve süregiden kirlilikle mücadeleyi bu koşullarda tartışmaya başlaması kuşkusuz bir şanssızlık. Şanssızlık çünkü bu tartışmayı başlatan kişinin konumu ve/veya geniş kesimlerce kabul edilen statüsü iktidara ikiyüzlü bir fırsat sunuyor; bir dönem iktidarın tüm olanaklarının sunulduğu hayırsever iş adamı, koalisyonun adeta üçüncü ortağı, “en ziyade müsaadeye mahzar reis” birden bire “pislik, suç örgütü lideri” diye anılmaya başlandı. Açıklamaları pazarlık, yabancı servis işi gibi gerekçelerle savuşturulmaya çalışıldı. Bu savunma çok fazla etkili olmadı ise de özellikle AKP/MHP seçmeninde bir ölçüde kabul görüyor.

SAĞ İKTİDARLAR MÜCADELE EDEMEZ

Bir diğer şansızlık, itiraflara konu olan ve çoğumuzun tüylerini diken diken eden cinayet ve suçlar, milliyetçi-muhafazakar ve İslamcı elitler tarafından öteden beri vatan, millet, bayrak edebiyatı ile meşrulaştırılmış durumda. Üzerine gitmek bir yana en kirli aktörleri baş tacı edilmiş. Dolayısı ile tartışmalar iktidarı da kapsayan bir çete içi kavga görünümü veriyor. O nedenle şu tespiti tekrar yapmakta fayda var: Sağ iktidarlar ne geçmişteki, ne de devam eden örgütlü suçlar ve yolsuzlukla mücadele edemezler.

Şimdi Peker itirafları değil başka bir örnek üzerinden gidelim; İstanbul’daki malum arsa yolsuzluğu. Soruşturmayı yapan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığının Teftiş Kurulu. Yani öyle suç örgütü lideri falan değil. Yurt dışından da yayın yapmıyor! Kendisine verilen görevi yerine getiriyor. Ama anlaşıldığı kadarıyla İçişleri Bakanlığı, “ben soruşturacağım” diyerek dosyayı İBB´den devralıyor. Benzer konumdaki başka dosyalarda da soruşturma izni verilmiyor. Oysa 3628 sayılı “Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu” memurların işlediği irtikap, rüşvet, zimmet, kaçakçılık ve resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma suçlarının izine tabi olmadığını ve savcılarca doğrudan soruşturulması gerektiğini belirtmektedir. Ancak resen harekete geçmesi gereken yargı burada da harekete geçmiyor.

Şimdi TBMM gündeminde olan ve komisyondan geçen yasa teklifine bağlayabilirim. Önceki yazımda değinip geçmiştim. Başsavcılarla savcılar arasındaki ilişkiyi düzenleyen yasaya bir ek yapılıyor: “Cumhuriyet başsavcısı, Cumhuriyet savcılarının soruşturmayı sonlandıran kararları arasında oluşabilecek farklılıkların giderilmesi ile bu kararların kanuna uygunluğunun denetlenmesi hususunda görevli ve yetkilidir”. Bu özetle şu anlama geliyor: soruşturmama kararları ve iddianameler ancak başsavcının onayı ile verilebilecektir.

Her şeyden önce böyle spesifik bir değişikliğin hangi pratik ve zorlayıcı sebeplerle gündeme geldiğine dair bir bilgiye sahip değiliz. Alışıldığı üzere gerekçe de bir şey söylemiyor. Komisyon görüşmelerinde dillendirilen Ceza genel Kurulu ve Yargıtay kararları, yasa teklifinin tam tersi biçimde, savcıların kararına müdahale edilemeyeceğini vurgulamaktadır. Fetullahçıların yargıya egemen olduğu ve hukuk cinayetleri işledikleri dönemde bile böyle bir düzenlemeye gidilerek kamikaze savcıların işlerine müdahale edilmemişti.

HERHANGİ BİR SINIRLAMA YOK

O zaman bu düzenlemenin gerekçesi, toplumda yavaş yavaş artan, yolsuzluklarla ilgili etkin bir mücadele beklentisinin yargıda yankı bulma ihtimaline karşı ön alma çabasıdır diyebiliriz.

Bu düzenleme Cumhuriyet Savcılarının bağımsız, ayrıksı yaşamsal konumunu ortadan kaldıracak orta/uzun vadede kişiliksizleştirecektir. Uygunsuz dahili ve harici müdahale riskini arttıracaktır. Venedik Komisyonu, savcıların bağımsızlığına dikkat çekerek belirli dava kategorilerinde talimat verilmesinin yasaklanması, verilen talimatların ise yazılı ve kamuoyu ile paylaşılacak şekilde verilmesi gibi yöntemleri önermektedir. Oysa getirilmek istenen düzenleme herhangi bir sınırlama içermemektedir.

Sanki başsavcılar lehine bir müdahale gibi görülse de asıl sorunu onlar yaşayacak ve siyasetin muhatabı ve aparatı haline getirecektir. O nedenle bu değişikliğe öncelikle başsavcıların karşı çıkması gerekir.

Bu düzenlemenin, yukarıda örneğini verdiğim yolsuzluk iddialarının üzerine gidilmesinde cesareti arttırmak yerine en iyi ihtimalle yeni bir filtre oluşturacağı açık. Kuşkusuz, yaşadığımız sorunlar savcıların cesaretine cesaretsizliğine indirgenemeyecek kadar karmaşık. Salt bir hukuk/hukukçu hareketi ile de çözülemez.

Ortaya çıkan farkındalığın siyasallaştırılıp bir toplumsal talebe dönüştürülmesi yargıyı da doğru bir zemine çekecektir.