Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’deki baskıları konu eden The New York Times gazetesine sormuştu başlıktaki soruyu. “Sen kimsin ya haddini bileceksin” gibi bir ön cümlesi de vardı. Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmasının ardından da işledikleri iddia edilen suçla ilgili benzer çıkarımlar yapıldı. Özellikle Havuz Medya cenahında Batı’da bir gazetecinin devlet çıkarları söz konusu olduğunda böyle davranamayacağını iddia edenler oldu. Peki bu iddialar ne kadar gerçek? Basın tarihi bu konuda ne söylüyor? Bir küçük gezinti yapalım isterim.

Ulusal çıkar ama kime göre, neye göre?

sen-abd-yonetimine-boyle-bir-sey-yapabilir-misin-106989-1.

Dündar ve Gül’ün tutuklandığı günlerde Doğan Hoca da (Tılıç) aktarmıştı. Domuzlar Körfezi’nden Küba’yı işgale hazırlanan ABD’nin işgal planı basının eline geçer. Belgeler yayınlanmadan konudan haberdar olan Başkan Kennedy, basına bu belgeleri yayınlamanun “ulusal çıkarlara aykırı” olduğunu söyler ve bir şekilde yayınlamamaya “ikna” eder. Nihayetinde ABD Domuzlar Körfezi çıkarmasını yapar ve hezimete uğrar. Küba Devrimi’ne cansuyu veren bu çıkarmanın üzerinden vakit geçer, Başkan Kennedy, The Times yayın yönetmeni Turner Catfedge’e yakınır: “Keşke operasyon hakkında daha çok yazsaydınız, belki de bizi bu muazzam hatadan kurtarırdınız.” Bu örnek “ulusal çıkarın” dahi sorgulanması için güzel bir fırsat. Ulusal çıkar nedir ve kim, neye göre karar verir? Burada birileri karar vermiş faturayı halklar ödemiş. Tıpkı Dündar ve Gül’ün tutuklanmasına sebep olan “MİT Tırları” haberinde olduğu gibi. Belki de asıl ulusal çıkar, “O tırların içinde ne var?” diye sormak ve gazetecilikle bu sorunun cevabını bulmaktır.

Vietnam yalanları ve dahası

Küba yenilgisinin üzerinden 10 yıl geçer. ABD uslu durmamış Vietnam’da da benzer bir hezimete uğramıştır. (Soğuk savaş yıllarının hezimeti meşhurmuş) Bu kez bizzat Başkan ve Pentagon tarafından halka söylenen yalanlar da vardır. Bu yalanlar, bir savunma sanayii çalışanı tarafından The New York Times’a ulaştırılır. Gazete tereddüt etmeden basar. ABD kamuoyu Vietnam gerçeklerini böylece öğrenir. Zaten 2 yıl sonra Başkan Nixon, Watergate skandalı ile istifa edecektir ama o süreç esasen bu Pentagon Papers olayıyla başlamıştır. “Bir devlet halkına yalan söylemişse” bunu “ulusal çıkar” diye örtbas edemezsiniz yani. ABD basını da sütten çıkmış ak kaşık değil elbette. 11 Eylül sonrası ABD’nin başlattığı “sözde teröre karşı savaş”ta ABD basınının da büyük veballeri var ama o zamanlar bile gazeteciliğin ağır bastığı anlar çok. Örneğin; 11 Eylül saldırısının ardından hükümet bazı banka hesaplarını da gizlice inceleme altına almıştı. The New York Times, bu skandalı ortaya çıkarınca Bush yönetimiyle kanlı bıçaklı oldu. O günlerde “vatan hainliğiyle” suçlandı hatta hedef göstermeler sonucu, gazete binası önünde eyleme duranlar oldu ama kimseye bir şey olmadı.

Gazetecilik vatana ihanet midir?

Bunlar istisnadır, güçlü devletler buna izin vermez diyenler varsa, örneklere devam edelim: 1982 yılında İngiltere ile Arjantin arasındaki Falkland savaşında, İngiltere, Arjantin’e ait kruvazörü uluslararası hukuka aykırı şekilde batırır. Savaşı kazanır ama hile vardır. İşte bu hileyi BBC 1 haber yapar. Başbakan Margaret Thatcher nam-ı diğer Demir Lady buna çok sinirlenir tabii. Kanal direktörüne apar topar “vatana ihanet” suçlamasıyla dava açılır. Mahkeme, BBC’nin kamu çıkarlarını yerine getirdiğine hükmeder, kimse tutuklanmaz.

Birand biletini niye iptal etti?

Çok Batı’ya gittiysek biraz buralara gelelim. Can Dündar’ın 32. Gün mutfağında birlikte çalıştığı, belki de ustası gördüğü bir isim, Mehmet Ali Birand’ın başından geçen bir olay. 1974’te Kıbrıs Barış Harekatı’ndayız. Kocatepe Gemisi harekat sırasında batar ve 54 mürettabat hayatını kaybeder. Bu olay basına “Kocatepe’yi kaybettik” diye yansır. Haberde pek detay yoktur. İşin aslı bir yıl sonra Mehmet Ali Birand tarafından ortaya çıkarılır. Kocatepe, Türk Hava Kuvvetleri tarafından yanlışlıkla batırılmıştır. Birand bu haberi yaptıktan sonra başına bir şeyler geleceğini tahmin ettiği için Roma’ya uçak biletini alıp hazırda tutar ama beklenen tepki gelmez ve Birand biletini iptal eder. Hatta TSK haberin yayınından 6 ay sonra bu kazanın sorumlularıyla ilgili soruşturma bile açar. “Sen Türkiye yönetimine böyle bir şey yapabilir misin?” diye soracaklara, “abi burada yapılmışı var” demek adına iyi bir örnek. Bir de bonus: Yine BirGün’de Dündar’ın tez hocası Raşit Kaya aktardı. Bu yazıda aktarılan son iki örneğin karşılaştırması, aynı zamanda Dündar’ın üniversitedeki tez konusuydu. Bugün Dündar, bir zamanlar tezini yazdığı bir sürecin, tezindeki örneklerden daha ağır sonuçlanan bir versiyonunu yaşıyor.

Sözde ‘hakkaniyet’ tehlikelisi

Kuşkusuz gazetecilik tarihinde örnek çok. Ancak bir gerçek var ki, Dündar ve Gül’ünki de pirupak gazetecilik örneği. Ülkenin imajı için, şu bu için kendilerinin serbest bırakılmasını talep eden söylemlere rastlanıyor özellikle havuz medyada. “Onların yaptığı da iş değil ama tutuksuz yargılanmalılar” gibi sözde vicdanlı, hakkaniyetliyim ayakları yani. Aslen en tehlikelisi bu. “Dündar ve Gül serbest kalsın ama onları korkutmuş olalım bir daha kimse denemeye kalkmasın”a gider bunun sonu. “Bir daha kimse denemeye kalkmasın” diye murat edilen de gazetecilik. Çünkü Dündar ve Gül’ün yaptığı sadece ve sadece gazetecilikti. Onların serbest kalması için mücadele etmek öncelikli işimiz fakat bir işimiz daha var ki bu “ama”larla mücadele etmek. Gazetecilik suç değildir. Arkadaşlarımızın tutuklu olduğu her gün, bir mesleğin suç kapsamına alınmasının gündönümüdür.