Erdoğan ilk defa sandıkta “kaybetme” ihtimalini bu denli dillendirirken başka planları olduğunu da söylemekten geri durmuyor. Erdoğan’ın ‘7 Haziran sonrasında sistemin önünü açtım’ çıkışı şayet Cumhur İttifakı Meclis’te çoğunluğu alamazsa seçimi yeniletir diye yorumlandı ancak bu o kadar kolay değil. 24 Haziran’da AKP-MHP ittifakı Meclis’te çoğunluğu ele geçiremediği an, politik ve psikolojik üstünlük tamamen muhalefete geçecek. Bu da cumhurbaşkanlığı seçiminin 2. turunda Erdoğan karşıtı rüzgârı güçlendirecek. Sonuç diyelim ki kıl payı Saray lehine çıktı; o zaman hükümeti kuracak güçlü muhalif bir blok mevcut iken 1 Kasım tecrübesine güvenip yeniden seçim kartını oynarsa Saray için belki de tarihinin en büyük mağlubiyeti yaşanacak ve usulca çekilme seçeneği ortadan kalkacak.

İktidar bloku da muhalefet de bu gerçeğin farkında. İktidar değişikliğinin hesap verme ve yargılanma anlamına geldiğini bilen AKP’lilerin bir kısmı ve kimi kalem sahipleri çoktandır “güvenli çıkış” arayışında. Abdullah Gül projesi bu kesimler için böyle bir formüldü ama hüsranla neticelendi. Şimdilerde yeni dönemin “rövanşizmden” uzak bir “huzur” dönemi olmasını temenni eder oldular. Huzuru kendileri için arzuluyorlar, yaptıkları yanına kâr kalsın, kararttıkları hayatlar unutulsun, tekmeleri, hakaretleri zamanaşımına uğrasın istiyorlar. O nedenle, ‘unutmayacağız, hesap soracağız’ diyenleri hedef gösteriyorlar. Ama nafile, eninde sonunda bu dönemin tetikçileri, yolsuzları, hırsızları önce birbirine düşecek sonra da adil bir yargının önünde hesap verecek. Türkan Saylan’ın öğrencilerinden Somalı 301 madencinin ailesine, Berkin’in annesinden KHK mağduru akademisyenlere, tutuklu öğrencilerden Ali İsmail’in ailesine herkes orada olacak.

Erdoğan’a ve AKP’ye “bizimle devam” baskısını sürdüren Bahçeli 24 Haziran’da kaybedilmesinden en çok endişe edenler arasında. Seçmeninin çoğunu Akşener’in İyi Partisi’ne kaptırmış Bahçeli, henüz kendine vaat edilenler tam gerçekleşmemişken tepetaklak olmaktan korkuyor. Sokak gücünü tahkim etmek istemesi, mafya artıklarına tahliye için afta ısrar etmesi boşuna değil.

24 Haziran korkusu sermaye fraksiyonlarını da sardı. 15 Temmuz sonrasında Fethullahçılardan boşaltılan yerlere doldurulan Menzilciler seçim arifesinde harekete geçti; cemaatin ‘patronlar kulübü’ olarak bilinen TÜMSİAD ilanla hem Erdoğan’a hem de AKP-MHP’ye oy istedi. Tarikat-sermaye-devlet ilişkilerinin özeti niteliğindeki bu açıklama memleketin iktidar eliyle nereye sürüklendiğinin açık göstergesi. Daha önce Fethullahçıları semirten iktidar şimdi başka cemaat ve tarikatlara kamu kaynaklarını peşkeş çekiyor, onları demokratik muhalefetin karşısına dikiyor.

İktidarın emek düşmanı politikalarından memnuniyet duyanlar kendilerini saklamayacak kadar pişkinler. Daha yeni, TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu, işçilerin haklarını iş mahkemeleri önünde aramalarına engel olan zorunlu arabuluculuk düzenlemesi için iktidara teşekkür etti. Ne de olsa davalar artık hızlıca patronlar lehine sonuçlanıyor! Hisarcıklıoğlu, daha önce Binali Yıldırım’ın dediği gibi iş sağlığı ve iş güvenliği mevzuatının AKP ile el ele hafifletildiğini söyledi. Bunun ne anlama geldiği belli, her iş cinayetinin, hak gaspının arkasında bu şer ortaklığı var. Yandaş patronlar devranın dönüp hesap vermek zorunda kalmalarından korkuyorlar.

OHAL eleştirileriyle gündeme gelen geleneksel İstanbul sermayesi ise hâkim sınıf yararına “yapısal reform” vaat eden, rekabetçilik, serbest piyasa, özelleştirme diyen her iktidarla anlaşır. Dolayısıyla hem “cumhur” hem de “Millet” İttifakı, seküler İstanbul sermayesinin B ve C seçenekleri içindedir. Ancak A seçeneği, Erdoğan’ın son İngiltere ziyareti bağlamında emperyalist merkezlerde de gözlemlediğimiz ‘Erdoğan kalsın ama hareket alanı sınırlansın’ eğilimidir. Erdoğan ile “iş yapma” olanakları ne İslamcı sermayeyle rekabet halindeki TÜSİAD için ne de emperyalist odaklar için masa üstünden kalkmamıştır. O yüzden kurumsal muhalefetin, sermaye fraksiyonları arasındaki rekabetten Erdoğansız bir çözüm için medet umması gerçekçi değildir.

Gördüğünüz üzere 24 Haziran’da iktidarın el değiştirmesinden endişe duyanlar arasında bir tane halkçı, ilerici kesim, grup, politik aktör yok. Havuz medyası, patronu, tarikatı, mafyası yan yana gelmiş tek adam rejiminin kurumsallaşması için iktidara hizmet ediyor. Fakat toplumsal muhalefet basit bir iktidar değişikliğinden fazlasını talep ediyor. “Düzen içine” çekilme baskısına karşı durarak kurumsal muhalefeti matematik hesapları aşan bir politik hatta yöneltmeye gayret ediyor. KapatGitsin başlıklı medya boykotuyla ilk aşamasına giren eylemliliğin böyle bir potansiyeli var. Halk kürsüleri, forumlar, şenliklerle devam edecek süreç, ilerici güçlerin nasıl bir Türkiye istediğini dosta düşmana gösterecek.