İktidar, bir kıdem tazminatı fonu kurma ve onu yeni bir finansman kaynağı olarak kullanma hayalinin, işçi tepkilerine eklenen işveren tepkileri (yeni bir prim ödemeye tepki) nedeniyle rafa kaldırmıştı. Şimdi sermayenin tam istediğini yapıyor.

Sınırsız sömürü yetkisi

İlginç zamanlardan geçiyoruz. İzmir'de deprem sonrası kurtarma çalışmalarının sürdüğü günlerde, iktidarın önceliği sermayeye bir itfaiyeci aciliyetiyle desteğe koşmak oluyor. "Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi" 4 Kasım'da acilen TBMM Genel Kurulu'na sunuluyor. 51 maddelik bu teklifin 30 maddesi sermayeye üç konuda yoğunlaşmış destek ve teşviklerden oluşuyor.

En geniş yer tutan birinci konu, çalışma yaşamını ilgilendiren düzenlemeler (m. 5-14, 33, 37, 39). Bunlar sermayeye sınırsız bir sömürü cenneti (emekçiler açısından cehennemi) vadediyor. Yeni bir kölelik ilişkisi rejimini tanımlarken, sermayeye de bol kepçe teşvikler sunuyor.

İkinci konu, vergi yasaları üzerinden yapılan düzenlemeler (Torba yasa, m. 15-22, 40, 41, 47). Bu alanda sermaye kesimi lehine her türden yeni teşvikler, oran indirimleri, vs. yer alıyor.

Üçüncü alan, kamu alacaklarının yeniden yapılandırılmasına ilişkin düzenlemeler (m. 1-4, 39). Bunlar hem vergi hem de vergi dışı kamu alacaklarını kapsıyor.

DİKENSİZ GÜL BAHÇESİ

Sermaye-emek arasındaki üretim ilişkilerine dair iktidarın yeni düzenleme niyetleri aslında 29 Eylül tarihli Yeni Ekonomik Program III'te sayılmıştı. Bunlara 11 Ekim tarihli Birgün Pazar'da değinmiştik. Dolayısıyla sürpriz yok. Dikkat çekici olan, iktidarın acul davranışı; buna sonuçta dönmemiz gerekecek.

Bu düzenlemelerden en fazla hak kaybına neden olacak hüküm, m. 33'te yer alan "belirli süreli iş sözleşmesi". Bu tür sözleşmeler İş Yasasının 11. maddesinde istisnai nitelikte yer alırken, şimdi genel işlerliği olan bir hükme dönüştürülüyor. Aslında iş ilişkisinin belirli bir süreye bağlı olmaksızın, yani sözleşmenin belirsiz süreli düzenlenmesi esastır ve şimdiye kadar geçerli olan da buydu. Şimdi torba yasa teklifinin 33. maddesinde, İş Yasasının 11. maddesine yeni bir fıkra eklenerek, 25 yaş altı ve 50 yaş üstünde olan emekçiler için "belirli süreli iş sözleşmesi" getiriliyor. Bunun kıdem tazminatı, sendikalaşma gibi temel haklara ciddi bir tırpan anlamına geldiği bir sır değil. Amaçlanan da zaten bunlar. İktidar, bir kıdem tazminatı fonu kurma ve onu yeni bir finansman kaynağı olarak kullanma hayalinin, işçi tepkilerine eklenen işveren tepkileri (yeni bir prim ödemeye tepki) nedeniyle rafa kaldırmıştı. Şimdi sermayenin tam istediğini yapıyor: Kıdem tazminatını hükümsüz kılmak. Belirlenen yaş gruplarında işgücünün yaklaşık dörtte biri istihdam ediliyor. Ama ilerde tüm yaş gruplarına yayma fırsatının kollanacağı çok açık.

Bu düzenleme, aynı zamanda, sendikal tepkilerin taban tepkileri biçimini almamasını sağlamaya dönük bir alıştırma. Nitekim Türk-İş 81 ilde basın açıklaması yapmak gibi "dostlar eylemde görsün" tarzı tepkileri aşabilmiş değil. Bu hafta Meclis Teklifin 20 maddesini kabul etti. Kıdem tazminatına saldıran 33. maddeye ancak haftaya sıra gelebilecek. Dolayısıyla, Türk-İş'in kendi genel kurul kararını ("Kıdem tazminatına saldırı genel grev nedenidir" kararını) uygulamak bakımından hâlâ süresi var. Yapabilir mi? Sanmıyorum. Hak-İş daha da geride duracaktır. DİSK yönetimi kuşkusuz çok daha kararlı; ama tek başına gücü yetmeyecektir. Gene de iyimser kalalım ve "belli olmaz" diyelim!

ESNEK İŞGÜCÜ PİYASASI

Bu arada diğer maddeler daha masum değiller. 37. maddede, 25 yaş altında olup çalışma süreleri ayda 10 günden az olanlar, sermayenin aşırı sömürüsüne sunulan yeni bir işgücü kitlesi oluyor. Bunların 25 yaşına kadar yaşlılık sigortası dışında kalmaları, emekliliğe hak kazanacakları yaş sınırını da öteliyor. (Yeni EYT kitlesi!).

Diğer düzenlemeler de işgücü piyasasının esnekleştirilmesi ekseninde yer alıyor; aynı zamanda işverene İşsizlik Sigortası Fonu üzerinden doğrudan/dolaylı mali teşvikleri de içeriyor. Tabii gerekçede "istihdamı teşvik" gibi aldatmacalar bulunuyor.

Şu örnekleri verelim:

►İşsizlik ödeneği alırken bundan erken ayrılıp özel sektörde işe giren ve en az 12 ay kesintisiz çalışanların, "uzun vadeli sigorta primi işveren ve sigortalı hisselerinin tamamı Fondan karşılanır". (m.5). Böylece işverene, sigorta yükü sıfır olan işçi istihdamı sunulmaktadır.

►Ocak 2019-Nisan 2020 arasında iş veya hizmet sözleşmesi sona erenlerin işe alınmaları halinde, bunların işe ve işverene bağlılıklarını sağlamak amacıyla, SGK'ye ödenecek primlerden mahsup edilmek suretiyle işverene Fon'dan destek sağlanır; işverene işçiyi "ücretsiz izne" ayırma imkânı verilir ve Fon'dan günde 39,24 TL nakdi ücret desteği sağlanır (m.12).

►Özel sektör işyerlerinde Ocak 2019 ile Nisan 2020 arasındaki en düşük sigortalı sayısına ilave olarak bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren işe alınanlar için, işverene Fondan günlük 44,15 TL karşılığı ücret desteği sağlanır (m.13).

►Bu arada Cumhurbaşkanı'na kısa çalışma ödeneği, ücretsiz izin gibi işçi aleyhine çalışan düzenekleri uzatma yetkileri verilmektedir (m.7, 8, 11, 49, vs.). Bunların arasında daha toptan bir yetki, "özel sektör işverenlerine kolaylık ve işsizlere istihdam sağlamak amacıyla", İşsizlik Sigortası Kanunu'na göre 2020 sonuna kadar uygulanacak destek ve teşvikleri 2023 sonuna kadar uzatmaya Cumhurbaşkanı'nın yetkili kılınmasıdır. Aslında teklifin bütünü açısından Cumhurbaşkanı'na yetki devirleri o kadar çoktur ki, AKP ve MHP grupları Meclis'in yetkisini adeta yarı-mamul yasalar oluşturmakla sınırlandırmış bulunmaktadır.

VERGİLEMEDE YENİ TEŞVİKLER

Buradaki düzenlemelerin bir bölümü sermaye lehine açık vergi avantajları içeriyor, diğer bölümü de üretimi ve istihdamı teşvik etme gerekçesiyle aynı şeyi dolaylı olarak yapıyor. Cumhurbaşkanı'na Kurumlar Vergisi oranını 5 puan indirme yetkisinin verilmesi; bu arada Borsa İstanbul'da ilk defa işlem görecek kurumların kurumlar vergisinin 2 puan indirimli uygulanması (m.40), doğrudan vergi kayırmalarıdır.

Gelir Vergisi Kanunu'na bir geçici maddenin eklenmesiyle, "Yurtdışında bulunan para, altın, döviz, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçlarını, 30.06.2021 tarihine kadar Türkiye'deki banka veya aracı kuruma bildiren gerçek ve tüzel kişiler, söz konusu varlıkları serbestçe tasarruf edebilirler" (m.22) hükmünün getirilmesi, bu varlıkların sorgusuz, vergisiz ve cezasız olarak kanuni defterlere kaydedilmesine izin verilmesi anlamındadır. Bu varlıkların menşei, nereden kazanıldığı, kanunsuz işlemlerden elde edilip edilmediğiyle ilgilenilmeyeceği gibi sembolik bir vergi bile alınmayacaktır. Bu düzenleme aslında "Bazı Kamu Alacaklarının Yapılandırılması" çerçevesine de girmektedir. Ayrıca, bu maddede geçen süreleri uzatma yetkisi Cumhurbaşkanı'na verilmektedir.

Esnek istihdamı teşvik bağlamında, kısmi zamanlı çalışmaya geçen hizmet erbabına Gelir Vergisi ve Damga Vergisi istisnası getirilmektedir (m.21).

Bu arada çeşitli muafiyet ve istisnaların uygulanma süreleri uzatılmaktadır. Örneğin, menkul kıymetler ve diğer sermaye piyasası araçlarından elde edilen gelirler için Gelir Vergisi Kanunu geçici 67. maddedeki süreler 2025 sonuna uzatılmaktadır.

Son olarak, küçük girişimcilere de bazı kırıntılar düşmektedir: Evlerde üretim yapan ve malları internet ve benzeri elektronik ortamlar üzerinden satanlar belirli koşullarda vergi muafiyetlerinden yararlanabileceklerdir (m.15). İhracatçı tam mükellef gerçek kişilerin (aslında küçük ihracatçıların), mal ihracatı kapsamında elde ettikleri kazancın yüzde 50'si Gelir Vergisi indiriminden yararlanacaktır. Bununla birlikte düzenlemelerin bütününe bakıldığında, kayırma sisteminin her zamanki gibi açık arayla büyük sermaye şirketleri lehine çalışacağı görülmektedir.

ALACAKLARIN YAPILANDIRILMASI

Yapılandırma, kesinleşmiş kamu alacaklarıyla sınırlı tutulduğu için belki şimdiye kadar görülen en kapsamlı "af" düzenlemesi olmayabilir, ama hatırı sayılır indirim ve ödeme avantajları sağlıyor. Kapsama bakıldığında (m.1), 31 Ağustos 2020 öncesindeki dönemlere ilişkin olarak,

►Tüm vergilere ilişkin alacaklar;

►İdari para cezaları ve Ticaret Bakanlığınca takip edilen gümrük vergileri;

►Belediyelerce tahsil edilen vergilerden doğan alacaklar, su, atıksu ve katı atık ücreti alacakları, çeşitli hizmetlerden doğan ücret alacakları;

►Sosyal Güvenlik Kurumu'nun alacakları;

►Ve tüm yukardakilerin vergi cezaları, gecikme zamları ve gecikme faizleri;

►Bunlar dışında kalan tüm kamu alacakları (İl Özel İdareleri vs.);

►Bu arada, Komisyon'da verilen önergelerle, Tarım Kredi Kooperatifleri'ne borçlu olan çiftçiler ile kredi kullanan orman köylülerinin borçları, kapsanmaktadır.

Alacaklar yapılandırılırken bunlara kesilen cezalar ya tamamen ya da yüzde 50 oranında silinmekte, kalan borçlar taksitlendirilmekte, iki ay içinde başvurulması halinde borçların ödenmeyen kısımlarına sadece yüzde 3 faiz uygulanmaktadır. Peşin ödemelerde vade 31 Ocak 2021 iken, taksitli ödemelerde ilk taksit Ocak 2021'den başlamak ve 2 ayda bir ödenmek üzere en çok 18 taksittir.

Bu yapılandırmanın şimdiye kadar düzenlenen çeşitli "aflardan" temel farkı, pandemik krizle bütünleşen ekonomik krizin ve tabandan gelen yoğun taleplerin bu düzenlemeyi daha haklı kılmış olmasıdır. Ama gene de, önceki yapılandırmalarda olduğu gibi, iktidarın kamu gelirlerini takviye etmek kaygısı da belirleyicidir; özellikle de büyüyen bütçe açıkları ortamında...

Fakat daha büyük sorun şuradadır: Salgın ve ekonomik kriz koşulları sürerken, bazı sektörlerde çalışma sürelerine yeniden kısıtlamalar getirilirken, bu arada kredilerdeki erteleme süreleri dolarken ve herkes kredisini yeniden yapılandırmayı başaramazken, iki ay sonra kamu borcunun ilk taksit ödemelerini başlatmak nasıl bir şeydir? Burada hem alacaklı hem de borçlu tarafları büyük hayal kırıklıkları beklemektedir. Devlet umulan geliri elde edemeyecek, borçlular da borçlarından kurtulma fırsatını değerlendiremeyecektir. Dolayısıyla süre uzatımları hep iktidarın gündeminde olacaktır.

SONUÇ: SERMAYEYE BUNCA TEŞVİK NEDEN?

Vergi teşvikleri sistemin zaten hep kalbindedir; "vergi harcaması” denilen çeşitli vergi indirim, muafiyet ve istisnaları ile vergi ertelemelerinin 2021 bütçesindeki büyüklüğü 230,8 milyar TL'dir (2021 Bütçe Teklifi, s.172). Sermayeye daha önemli armağan, kıdem tazminatının hukuken tasfiye sürecine sokulması ile işgücü piyasasının esnekleştirilmesi sürecinin pekiştirilmesidir. Demek ki dikkatimizi üretim ilişkileri (çalışma ilişkileri) düzleminde yoğunlaştırmamız gerekiyor.

Şimdi başlıktaki soruya dönebiliriz: İktidar niçin sermaye yönlü düzenlemelere hız vermekte ve kapsamını sürekli genişletmektedir? Bunun üç temel nedeni olduğunu söyleyebiliriz: Birincisi, sermayenin militan bir iktidarı olan AKP'nin politikaları, doğası gereği halktan yana değildir; kriz ortamı bunu daha belirgin kılmış, krizin tüm yükü (işsizlik, gelir kayıpları) halk kesimlerine yıkılmıştır. Buna eklenen ve önemli ölçüde kötü ekonomi yönetiminin sonucu olan döviz krizi ve bunun enflasyonist etkileri tabloyu ağırlaştırmıştır. Sonuç olarak AKP'nin halk desteğinde 2015 sonrasında belirginleşen aşınmalar bugün daha da hızlanmıştır. Şimdi doğasına aykırı olsa bile yüzünü emeğe dönmek istese bu hem zordur, hem mali külfeti daha fazladır, hem de getirisi şüphelidir. Dolayısıyla, kendi iktidarının sermayenin çıkarları açısından vazgeçilmezliği üzerinden sermaye sınıfını arkasında tutmak daha kolay ulaşılabilir bir hedeftir ve şüphesiz daha da arzu edilirdir. Sermaye kesimine kendisine alternatif siyasi seçeneklerin (ör. Millet İttifakının) kendisi kadar sermaye lehine cüretkar uygulamaları olamayacağının sürekli hatırlatılması ihtiyacı büyümüştür.

İkincisi, din istismarı, medya hakimiyeti, kamu imkânlarının eşitsizce kullandırılması gibi araçlarla kitlelerin bağlılığının sağlanabileceğine hâlâ güvenilmektedir. Aynı nedenlerle ve iki büyük işçi konfederasyonunun yönetimlerinin iktidara yakınlığına da güvenerek, kıdem tazminatının tasfiye sürecine sokulmasına cüret edilebilmiştir.

Üçüncüsü, AKP sadece bir sermaye partisi olmaktan çıkmış kendi siyasi seçkinlerinin (hatta teşkilat yöneticilerinin) kapitalistleştiği veya zaten sermaye dünyasından (Milli Eğitim Bakanı, Sağlık Bakanı, Turizm Bakanı) transfer edildiği bir yeni dünya kurmuştur. Bu sermayedarlaşma sürecinde devlet ihalelerinin büyük katkısı olmuştur kuşkusuz; ama görünmeyen veya başka isimler üzerinden yürütülen ihalecilik, iş takipçiliği ve komisyonculuk, vs. parazit bir siyasetçi/sermayedar sınıfı yaratmıştır. Dolayısıyla üretim ilişkilerine müdahale ve çeşitli teşvik düzenekleri, artık AKP seçkinlerinin doğrudan/dolaylı çıkarlarının dışında düşünülemez durumdadır.

Peki, böylesine parazitleşmiş bir iktidar türünün şiddetlenen fırtınalara dayanma gücü var mıdır? Ya da, ikna gücünü yitiren bir iktidar sadece devlet şiddetini kullanarak ayakta durabilir mi? Önümüzdeki yakın dönemin soruları ve sorunları bunlardır.