19 yaşında bir tersane işçisi, bir emekçi Yasin Demirdağ bir iş cinayetinde katledildi. Tersanenin kurucusu Beşli Çete’den Kolin İnşaat’tı. Bir işçinin insanlık dışı bir şekilde katledilmesi yetmedi, cinayet sonrası bedenine emniyet kemeri giydirilmeye çalışıldı. O da yetmedi bedenine cinayetten sonra zorla emniyet kemeri giydirilmesine karşı çıkan 35 arkadaşı işten çıkarıldı.

Patronların para için, güç için, servetlerinden bir kuruş dahi eksilmemesi için yaptıkları ve yapacakları kötülüğü, ahlaksızlığı izledik an be an. Yüz binler sosyal medyada öfkesini haykırdı. Yasin Demirdağ’ın acısı hepimizin acısı oldu. Ona, bedenine yaşatılanlar bu çürümüş sistemin hepimize dair hükmüydü. O bizdik, hepimizdik.

Bu sistem doğası gereği kendisini yaşatan işçi sınıfını katlediyor, ölüm ve yıkım yayıyor. İşçi sınıfını yok ederken kendi yok oluşunu, intiharını da hazırlıyor. Kapitalizmin komuta merkezlerinde dahi kapitalizmin sonu mu tartışmaları yapılıyor. Kapitalizmin çılgınca genişlemesinin, özelleştirme politikalarının halk sınıfları üzerinde yarattığı yıkıma, yoksulluğa ilişkin raporlar hazırlıyor, emperyalizmin merkezini oluşturan ülkelerin savaş, iklim, doğa politikaları ile kapitalizmin iflas ettiğini yazıyorlar. Tek kutuplu dünya insanlığa iddia ettiği gibi refah, özgürlük, eşitlik getirmedi. Aksine küresel düzeyde göçmen krizi, sağlık krizi, iklim krizi, ekonomik kriz vb. krizler üretti. Bir bakıma insanlığı insanın evrensel değerlerini tahrip eden bir dünyayla karşı karşıya bıraktı. Medeniyetler çatışması tezleri ve politikalarıyla insanların etnik, dinsel, mezhepsel ve kültürel farklılıklarını kaşıyarak halkları birbirine kırdırdılar.

Sınıf mücadeleleri dönemi bitti, diyenler tarihin karanlık sayfalarında kalmış isimler artık.

Bu “cenaze” neofaşizmi daha da mı körükleyecek, kendiliğinden mi veya “en sonuncu kavga” ile mi kaldırılacak? Sol, sosyalistler, devrimciler, ilericiler ideolojik/kültürel düzlemlerde muhalefet ile mi yetinecek, halk muhalefetini örgütleyerek mi yol yürüyecek? Sistem ölüm sancıları çekerken insana, yaşama dair olan ne varsa yıkan, yağmalayan kapitalizme, emperyalizme karşı bir araya gelerek mi mücadele edecek, liberallerin yarattığı sanrıya kapılarak sistem içi “çözüm”lere mi sığınacak? Sosyalizmin tarihsel mirasına sahip mi çıkacak, o mirası, değerleri tali meseleler olarak mı görecek?

Bu sistemin çürümüşlüğünü memleket olarak iliklerimize kadar yaşadık, yaşıyoruz. Memleket tarihinin en kritik sürecinde, Sosyalist Güç Birliği geçtiğimiz hafta her zorlu dönemde ipi en önde göğüsleyenlere, yeni bir memleket özlemi taşıyan herkese birlikte mücadele çağrısı yaptı.

Bu tarihsel dönemde ikili bir görevle karşı karşıya olduklarını, birincisinin bu seçimle iktidardan kurtulmak, ikincisinin ülkedeki tahribatı onaracak köklü bir dönüşüm için adım atma ihtiyacının önemine vurgu yaptılar.

Sosyalist Güç Birliği yalnızca partilerle sınırlı bir ittifak değil. Memleketin aydınlık geleceği için mücadele edenlerin ortak düşünü birlikte örgütlemenin başlangıcı için yola çıkışı.

Kendi ülkesinin sol, sosyalist geleneği ile bağ kuran bir sol ancak çıkış yolu olabilir. Emekçiler için tutunacak bir dal olabilmek, ancak bu tarihsel birikimin açtığı kamucu, laik, bağımsızlıkçı yolla mümkün.

Bir inşaat işçisi kameraların önünde yaşamı boyunca büyük apartmanlar, gökdelenler yaptığını ama tek odalı bir evi dahi olamadığını gözyaşları ile anlatıyordu. Bu insanlık dışı sisteme karşı yeni bir memleketi kurmak, halktan alınanları, halka ait olanları geri vermek mümkün.

Tersane, inşaat, fabrika önlerini başka Yasinler katledilmesin diye direniş alanına çevirmek, üreticilerin emeğinin hakkını alması için eylemler örgütlemek, tarikat yurtlarını, özel yurtları kamulaştırma mücadelesi vererek gençlerin barınma hakkını, herkes için parasız eğitim, sağlık hakkını, insanca yaşam hakkını kazanmak mümkün.

Yeni bir memleket özlemi taşıyan herkesin yapacağı bir şey var.

Bir büyüden bahsedilebilir. Bu büyünün gerçekleşmesinin koşulu bireyler değil, birleşmiş insanlardır.