Geride bırakmaya hazırlandığımız 2020 yılı öyle bir yıldı ki, umudu diri tutmaya çalışsak da hepimizi sersemletti. Yılın son yazısı olan Birgün’deki 20. yazıma solgun bir başlık atmaktan alıkoyamadım kendimi. Gelişim çağında üç çocuğu olan bir anne olarak umutsuzluğa sürüklenmek gibi bir lüksümün olmadığının farkındayım. Pandemi ile birlikte kaleme almaya başladığım yazıların asıl gayesi hayatı tüm yönleriyle duyumsatan çocuk kitaplarını hatırlamak ve hatırlatmaktı. Çocuklarımızla birlikte yüreklendiren öyküler eşliğinde zor günleri atlatabilelim istedim.

Doğanın ve medeniyetin ritminin bozulduğu şu günlerde kalbimiz ile aklımız, birbirinin dengesini bozmadan yaşam dansını sürdürmeye çalışıyor. Yeni yıl yaklaşırken büyük insanlık kadar evlerimizdeki minik yürekler de dansın devam etmesini, talihsizlik ve belirsizliklerin son bulmasını diliyor. Çocuklar 31 Aralık gecesini her zamankinden ayrı bir umutla bekliyor. 2020 novellasının yuvadan yuvaya değişen dramatik pasajlarından sonra insanlık yaslı mı yoksa şaşaalı mı bir sona hazırlanmalı, işte burası tartışmalı! Yanıp sönen ışıklar, hediye paketleri, üç beş parlak süs dışında çocuklarımıza verebileceğimiz bir şeyler olmalı. Yeni planlar, uçarı hayaller, harekete geçiren hedefler…

Çocuklarımıza içinde yaşadıkları çağın zorluklarını gerçeklikten kopmadan cesurca anlatabilmek, hayata karşı dirençli durmalarını sağlamak elimizde. Ah bir de direnirken gülümseyebilirlerse… “Gerçekten gülebilmek için dertlerimizi anlamalıyız” diyor Chaplin. Dertlerimizi anlayabilmek için okuyor, merak ediyor, düşlüyor, yaşananı oyunlaştırıyoruz. Çocuklarımızı da oyunumuza dahil ettiğimizde aldığımız sonuçlar bir başka oluyor.

2020’yi özetleyebilecek sözcüklerden ikisi TUTSAKLIK ve MÜCADELE olabilir. Mücadelenin olduğu yerde er ya da geç belirsizlikler ortadan kalkar, UMUT ve HAKİKAT nazlı yüzlerini gösterir. Çocukların, hayatın solgun anlarını ve olaylarını anlamalarına yardımcı olacak iki kitaptan bahsetmek istiyorum bugün. İlki, bir babanın parmaklıklar arkasından eşine gönderdiği mektubun içinden bir bölüm. Fare ile Dağ adlı öykü. Diğeri ise Nice Nine’nin Zeytini. Geçmişten salınıp gelen zeytin kokulu bir yemeni…

FARE İLE DAĞsolgun-yil-818141-1.

İtalyan komünist Antonio Gramsci, Mussolini Hükümeti tarafından 1926’da 20 yıl hapis cezasına mahkum edilir. Eserlerinin çoğunu hapishanede yazan Gramsci eşine gönderdiği 1931 tarihli mektupta ‘Fare ile Dağ’ öyküsünü anlatır. Çocuklarına aktarılmasını ve onlarda bıraktığı etkinin kendisine bildirmesini ister. Vurguncular tarafından harap edilen dağın öyküsü, etkileyici çizimler ile günümüz çocuklarına 2017’de bu kitap vasıtasıyla ulaşır. Kitapta dağın yamacındaki bir evden küçük bir çocuğun ağlama sesi duyuluyor. Fare çocuğun sütünü içmiş ve çocuğun yiyecek başka hiçbir şeyi yok. Farenin pişmanlığı ve hatasını telafi etme isteği ile anlatı başlıyor. Keçiden süt, otlaktan ot, savaşta kırılan çeşmeden su almak için ihtiyaç duyulan şey ne? Tüm bunların birbirleri ile ilişkisi nedir? Hayatın kurulu düzeneklerinden biri zarar gördüğünde, duvarcı taşa, taş da dağa muhtaç olabiliyor. Çocuğun üzüntüsünü dağa ulaştıran fare, yardımcı olması karşılığında dağa nasıl bir vaatte bulunuyor? Küçük çocuk büyüdüğünde dağın çehresi ve yamacındaki kasabanın ruhu ne şekilde değişecek? Yazarın, göremediği çocuklarını öykü aracılığıyla uzaktan şefkatle kucakladığı gibi çocuklarımız da kendi geleceklerini bu öykü aracılığıyla umutla kucaklayabilirler. Varoluş zincirini zedelemeden geleceği tasarlamak ve bunun için layıkıyla çalışmak çocuklara verebileceğimiz hediyelerden biri. “Çalışmak yaşamak demek” ise kimlerin yaşamayı daha çok sevdiği dünya için çok önemli.

NİCE NİNE’NİN ZEYTİNİsolgun-yil-818142-1.

Ölmez ağacı da denen zeytin ağacının köklerinden söküldüğü günün hikayesi. Kitapta aynı sabaha uyanan yüzlerce yıllık zeytin ağacı, kepçe operatörü, mühendis, Nice Nine ve küçük bir kız var. Sırasıyla onların duygu ve düşüncelerini okuyoruz. Ağaç kök saldığı toprakların bereketini vurgularken kendisine biçilen sonu ve gövdesinde duyumsadığı son dokunuşu anlatıyor. Bu dokunuş kime ait? Zeytin ağacının köklerini topraktan çıkaran kepçe operatörü bölgenin yerlisi. Onun iç sesine kulak veriyoruz. Vicdani hesaplaşmanın “ben yapmasaydım bir başkası yapacaktı” cümlesiyle kolaya kaçışa döndüğü sancılı bir çelişkiye tanık oluyoruz. Zor koşullarda okumuş ve mesleğinin değerini bilerek hareket etmeye çalışan mühendisin ağacın kaderindeki rolünü öğreniyoruz. "Zeytinime Dokunma” diyerek cesurca sermayenin karşısına dikilen köylülerin arasında Nice Nine’yi görüyoruz. Nice Nine’nin yaşı zamanın üstünde. Kökleri Girit’e uzanıyor. Nice Nine ile ölen zeytin ağacının arasındaki yarenlik okura, doğanın dili ile insan kalbi arasında kurulabilen görkemli bağı gösteriyor. Zeytin ağaçları gibi Nice Nine de Meandros’un sesine kulak verelim istiyor. Köyde her yer toz duman iken küçük kız Girit’te dünyanın en yaşlı zeytin ağacının kalın ve kıvrımlı gövdesine yaslanmak için sabırsızlanıyor. Elinde ninesinin ona verdiği yemeni ve zihninde ondan dinlediği hüzünlü bir o kadar da umut dolu bir hatıra var. Küçük kız Nice Nine'nin yemenisini yaşlı zeytinin dalına bağlamaya hazırlanırken doğa dostlarının ortak dilini konuşuyor. O anlarda yemeni, yalnızca ağacın dalına değil yüreklerimize de bağlanıyor.

Çocuklarımız, insanın çelişkilerini ve mevcut düzenin çarpıklığını gösteren öykülerden mahrum kalmasın. "Yıldız kırpığı umutlar"dan yeni bir dünya yaratılsın, uyutan değil uyandıran öyküler daha çok anlatılsın!

Refik Durbaş Uykuyu Seven Atmaca şiirinde,

“Neye yarar damarda akmayan kan
alınterinden süzülmeyen emek
aydınlığa kapalı umut
yüreği çiçeklenmeyen sevgi
kemikleri erimiş barış
uykuya boğduktan sonra bedeni”
der.

Mutlu yıllar…