Saray rejimi, ülkenin sorunlar yumağına dönüşmüş gündemini kendisiyle ilişkilendirmemek için her yolu deniyor. İktidar sözcüleri, göç meselesinden işsizlik ve enflasyona kadar hemen hemen her konuda sorumluluğu bir başkasının üzerine atıyor, tartışmaları manipüle ederek kendini temize çıkarmaya çalışıyor. Örneğin yoksulluk, işsizlik tartışılırken iktidarın ülkeyi uçuruma sürükleyen ekonomi politikalarının değil Rusya-Ukrayna Savaşı’nın küresel piyasalara etkisinin konuşulmasını istiyor. Kâh “faiz lobisini”, kâh market zincirlerini kâh gıda üreticilerini suçlayarak yoksullaşan halkın öfkesini hayali hedeflere kanalize etmeyi deniyor. Ancak bu mizansen o denli çok tekrarlandı ki artık yurttaşta bir karşılık bulmuyor. Üstelik derinleşen yoksulluğun, geçim sorunlarının arkasında mevcut hükümet sistemi olduğuna dair kanaatler güçleniyor.

İKTİDAR KRİZİ LEHİNE ÇEVİRMEYE ÇALIŞIYOR

Ekonomide iktidarın izlediği yok sayma ya da yanlışı başkasına fatura etme tavrı, sosyal sorunlar mevzubahis olduğunda da aynen tekrarlanıyor. En az 10 yıllık mazisi olan sığınmacı ve göçmen meselesinde gelinen aşama bir diğer örnek. Mesela TBMM Başkanı Mustafa Şentop, göçün küresel bir sorun olduğunu söylerken çok önemli bir gerçeği, bu sorunun büyümesinde AKP’nin rolünü perdelemeye çalışıyor. Sözünü ettiği küresel problemin neden Türkiye’de bu denli yakıcı bir hal aldığını anlatmak yerine odağı genelgeçer saptamalara doğru kaydırıyor. Halbuki “mazlumların hamisi” rolüne öykünen iktidar, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana izlenen sınır-göç politikasını 2011’de 180 derece ters istikamete çevirmekle kalmadı, siyasi çıkarı uğruna kontrolsüz göçü hem tetikleyen hem de büyüyen sorunları görmezden gelen bir siyaset izledi. Şimdi çığırından çıkma aşamasına gelen krizi yine kendi lehine çevirmek için elinden geleni yapıyor. Önce öfkenin artmasını izliyor, sonra kendini sorunu “sağduyu” ile çözecek tek güç olarak lanse etmeye çalışıyor.

SİYASETTE BOŞLUKLAR FAŞİZANCA DOLDURULUYOR

Muhalefetin çok katmanlı sorunlar karşısında, dönüp dolaşıp güçlendirilmiş parlamenter sistem vaadini tekrarlaması ve bunun ötesine geçememesi; acil sorunların tespiti ve olası çözümler bazında zaman zaman dağınık bir tablo sergilemesi, iktidarın manipülasyon alanını genişletiyor. Meclis muhalefetinin bıraktığı boşlukları, faşizan ya da popülist aktörler doldurmaya çalışıyor. Bu durum siyasetin ağırlık noktasını sağcılığın farklı tonları arasındaki rekabete kaydırıyor, halkın taleplerini milliyetçi ya da dinci bir istikamete akmaya zorluyor. Bu nedenle sosyalist solun, cumhuriyetçilerin sorunun asıl kaynağını ısrarla işaret etmesi, yükselen talepleri ilerici-kamucu bir politik çizgiye sevk etmesi hayati bir önem arz ediyor.