Yıllar önce sosyal medyada yaşadığım bir tatsızlık ara ara aklıma gelip beni rahatsız eder. Yakın bir dostum, bir sosyal medya platformunda bir şaire atfederek şiir paylaşmıştı. Dostumu, bunun sahte bir şiir olduğu ve o şairimizin öyle bir şiirinin asla olmayacağı şeklinde hafif kibirli bir üslupla uyardım. Üstelik bunu herkese açık olarak yaptım ve dostumu utandırdım. Aramızda küçük bir tartışma yaşandı. Şiirin sahteliği konusunda ne kadar haklı olsam da davranışımın kabalığı tartışılmazdı. Bir sanal platformda değil, aynı odada olsak belki bunu başka bir samimiyet düzeyinde, jest ve mimikler katarak yapacaktım ve böyle bir olay hiç yaşanmayacaktı. İki şeyi unutmuştum. Birincisi; hareketimin dostumu topluluk karşısında utandırma olasılığı, ikincisi; platform mimarisinin unutturduğu, yazı dilinin asla beden dili gibi olmayacağı gerçeği. Nihayetinde hatırladıkça canımı sıkan bir anı sahibi oldum ama bundan dersler de çıkardığım için çıtır hasarlı bir iletişim kazası olarak bakıyorum.

YANLIŞ OLDUĞUNU BİLE BİLE PAYLAŞMAK

Bir psikolog ekibinin Nature Dergisi için ABD’de yaptığı yayın tarihi çok yeni bir araştırma var. (Pennycook, G., Epstein, Z., Mosleh, M. et al. Shifting attention to accuracy can reduce misinformation online. Nature 592). “Dikkati doğruluğa yöneltmek, çevrimiçi yanlış bilgileri azaltabilir” başlığını taşıyan bu çalışmanın bazı bulguları dikkatimi çekti. Bir konuda önyargılı olduğu varsayılan deneklerle sahte haberler paylaşmışlar. Örneğin; ABD’de Cumhuriyetçi olduklarını söyleyen deneklere gösterdikleri haberlerden biri ‘500’den fazla ‘Göçmen Karavancı İntihar Yelekleriyle Tutuklandı’ başlıklı bir yalan haber. Deneklerin yüzde 15,7’si bu haberin doğruluğuna inanmış. Ancak aynı haberi paylaşıp paylaşmayacakları sorulduğunda yüzde 51,1’i paylaşabileceğini söylemiş. Bu veri de gösteriyor ki, bazı politik kamplarda insanlar, politik görüşlerine uyuyorsa, bir bilginin doğru olup olmadığını çok umursamıyorlar. Bu konuda daha çok ‘bilişsel uyumsuzluk’ ve ‘doğrulama yanlılığı’ gibi kavramlardan yola çıkarak, insanın kendini de yalana inandırması ihtimalini göz önünde bulunduruyoruz ama inanmasa bile paylaşabileceğini de unutmamak gerekiyor.

DOĞRULARI ÖNE ÇIKARMAK

O zaman soralım: İnsan o haberin yalan olduğunu bile bile paylaşırsa, ona doğrusunu hatırlatmanın bir faydası olur mu? Elbette olmaz. Çünkü motivasyon farklı. Hatta insanlar bir yalan haberi politik inançlarına uyumlu bir şekilde paylaştıklarında, bazen düzeltmek bir geri tepme etkisi de yaratabilir. Ancak yukarıda atıf verdiğim araştırmanın bir başka bulgusu, bu konuda fikir verici bir öz taşıyor. Çünkü aynı araştırma içinde; insanlardan partizan nitelikler taşıyan bir yalan haberi değerlendirmeden önce, partizan olmayan, doğru bir haberin gerçekliğini değerlendirmesi istenmiş. Sonunda görülmüş ki, partizan bir yalan haber görmeden önce, başka bir konuda da olsa bir doğru haber görenler, sonraki yalan haberi paylaşma konusunda da eskisi kadar istekli olmamış. Burada elbette iki soru sormak gerekiyor. 1-Doğruları insanlara ulaştırmak için yeterince çaba sarf ediyor muyuz? 2-Platform algoritmaları doğru habere öncelik verecek şekilde çalışıyor mu? Algoritmalar şeffaf olmadığı için ikinci soruya cevap veremeyiz. Ancak birincisi konusunda hepimizin bir parça sorumluluğu var. Şöyle ki bir dezenformasyonu linkiyle birlikte paylaşır ya da alıntı retweeti yaparsak, ona algoritmik akışta bir avantaj sağlayacağımızı unutmamamız. Çünkü platformun o tweetin ya da postun ilgi çektiğini düşünerek öne çıkarması çok olasıdır. Yanlış haberi paylaşan biriyle tartışmaya girmek de aynı şekilde çoğu kez nafiledir. Öyleyse elimizde sadece “doğru olduğunu teyit ettiğimiz” bilgileri daha fazla paylaşma kartı kalıyor.

TARTIŞMANIN ADABI

Bugünlerde, sosyal medyada Türkiye’de de sığınmacı sorunuyla ilgili tartışmalar yaşanıyor. Bu yazı kesinlikle Türkiye’deki sığınmacı olgusuyla ilgili değil. O yüzden bu konudaki fikirlerimi paylaşmaktan çok, yanlış bilginin yayılımı ve buradaki davranış kalıpları üzerine biraz kafa yormak istedim. İnsanlar sığınmacıların karıştığı gerçek ya da yalan haberleri paylaşıyor olabilirler. Özellikle yalan ve kötü niyetli bir şekilde seçilmiş haberleri paylaşanların motivasyonunu bilmeden tartışmaya girmenin bir faydası yok. Irkçılık, kafatasçılık, vicdansızlık vs. diye insanları etiketlemek kolay ama bunun da tartışmaya bir katkısı olmaz. Girişte verdiğim kişisel anımdaki gibi insanları topluluk önünde utandıracak bir tutumun da yanlış bilginin yayılmasını önlemeye bir etkisi olmaz. Aksine yanlış bilgi ya da onu düzelten saldırgan tutum, ayrı yankı odalarında güçlenerek birbirinden habersiz bile yaşayabilir. Bu algoritmaların yarattığı bir sorun ama bugünlerde AB’nin henüz detaylarını görmediğimiz Dijital Hizmetler Yasası’nın özellikle algoritmaların çalışma biçimine ilişkin platformları bilgi vermeye zorlayacağı da biliniyor. Bu gerçekleşirse, önemli bir ilerleme olur. Bunlarla birlikte, insanın doğasını anlayıp, sosyal medyadaki davranış kalıpları konusunda bir görgü geliştirmeden bilgi düzensizliğiyle mücadele konusunda atılacak her adım biraz eksik kalacak. Çünkü dijitalleşmeyle birlikte gelen gözetleme kapitalizmi de nihayetinde insan doğasını sömürmeye dayalı bir sistem.