“İnsanlar zannediyor ki tekrar tekrar kanser olurken popülerliğimin artmasından memnunum. Şaka gibisiniz kanser olmaktan bahsediyoruz. Hem de x4 kere bunun karşılığında milyoner olsam bile bu kadar acıyı yaşamayı asla tercih etmezdim.” Cuma akşamı hayatını kaybeden Neslican Tay’ın ölmeden 20 gün önce attığı bir mesajdı bu. Mesaj şimdi daha manidar. Onu, popülerliğini artırmak için kanseri kullanmakla suçlayan hadsizlerin şu anda bu yorumlarını telafi etme şansı yok, belki öyle bir istekleri de yoktur. Ancak basit sosyal medya kullanıcıları olarak bizlerin, kanser gibi yayılan kötülükle mücadele etmek için belki, yapabileceği bazı şeyler vardır. Kötülük derken, Neslican Tay’ın ölüm haberinden sonra yayılan ve onu giyim tarzıyla yargılayan o yorumlardan bahsediyorum. En popüler kötü yorum sahibinin açık bir kimliği bile yoktu. Nasıl oldu da o mesaj önümüze geldi ve o en acılı anda bizi öfkelendirebilirdi? Bu öfke, dönüştürücü bir öfke mi yoksa bizim enerjimizi boşa harcamak için mi tasarlandı? Bu haftaki Köşe Vuruşu’nun meselesi bu.

BEĞEN TUŞUNUN İCADI

Bugün çok alıştık ama başlangıçta ne Twitter’da ne de Facebook’ta ‘beğen’ tuşu vardı. Özellikle Facebook’ta ‘beğen’ tuşunun icadı (ilk örneği FriendFeed’ti) sosyal medya tarihinde yeni bir dönemi başlattı. Bu hem insan dürtülerinin manipülasyonu hem de akışı algoritmalarla düzenlemek için bir fırsattı. Böylece bildirimler yoluyla tekrar tekrar ilgili sosyal medya platformuna bakma alışkanlığı kazandık. Aynı zamanda içgüdüsel onaylanma arzumuzu yanıltıcı biçimde tatmin ediyorduk. Facebook’un beğen tuşunu geliştiren ekibin üretim sorumlularından Leah Pearlman, bugünden bakınca butonun verdiği zararı şöyle anlatıyor: “Bildirim olsa da olmasa da insan iyi hissetmiyor. Asla umduğumuzu bulamıyoruz.” (Pearlman’in sözleri için kaynak: Dijital Minimalizm – Cal Newport – Metropolis, 2019) Asla umduğumuzu bulamamanın sonuçları da kimisini daha fazla dikkat çekmek için ipe sapa gelmez paylaşımlar yapmaya zorluyor. Organize olmayan basit trollerin motivasyonu bu. Ancak bir de organize troller var ki, onların her paylaşımı ayrı bir hesabın sonucu.

BU YORUMLAR MANİPÜLASYON OLABİLİR Mİ?

Neslican Tay örneğindeki onun giyim tarzını yargılayan kötücül yorum, belli ki dikkat çekmek için atılmış. Bunu bir siyasetçi söylemiş olsaydı, toplumun gözü önünde olan ünlü biri söylemiş olsaydı elbette farklıydı. Ancak o güne kadar hiç bilmediğimiz, tanımadığımız birinin yorumunun bir anda en önemli şey olmasını nasıl açıklayacağız? Bence, yorumu önemli yapan aslında toplumda böyle bir görüşün olduğunu içsel olarak bilmemiz ve bir örnek üzerinden onu teşhir etme arzumuzdu. Üstelik onu teşhir ederken biz de yoğun şekilde onaylanıyor ve belki de rahatlıyorduk. Peki, bu şekilde teşhir ve sosyal tepki acaba ne işe yarıyor? Birilerinin fikri mi değişiyor yoksa bu birilerine ilham mı veriyor? Bence ikincisi. Bu son örnekte öyle olup olmadığını bilmiyoruz ama o tip takma isimli hesapları sanki belli bir partinin destekçisi gibi tasarlayıp, ekstra algı yaratma operasyonları da çok mümkün. Benim önerim, doğrulanmamış ve kamusal karşılığı olmayan hiçbir hesabın bu tarz yorumlarını paylaşıp yaygınlaştırmamak. Kimseye acımızı kullanma şansı vermemeliyiz.

ÖFKE PLATFORMLARIN DA İŞİNE GELİYOR

Google’ın eski tasarım etikçilerinden Tristan Harris, bir TED konuşmasında; Facebook haber akışı ekibi için kızgın olmamızın bir fırsat olduğunu söylüyor. Çünkü bir şeylere kızgın olduğumuzda o konudaki paylaşımlarımız artıyor, platformda daha fazla vakit geçiriyor ve daha fazla veri bırakıp, reklam görüyoruz. Bu yüzden Facebook Ekibine “sakin akış mı?” yoksa “kızgın akış mı?” tercih ettiklerini sorsanız, şüphesiz “kızgın akışı tercih ederler” diyor Harris. Twitter’ın bir tercih olarak sunduğu ama sık sık ayarları değiştirerek dayattığı “önce popüler olanı göster” algoritması da bu yüzden. Böylece sırf popüler diye böyle önemsiz bir figürün, belki algı ya da provokasyon için çalıştırılan bir karakterin tweetiyle gereksiz öfkeleniyoruz. Üstelik en acılı anımızda. Algoritmanın önümüze getirdiği her yoruma öfke kusmadan, hatta topluca bir grupla özdeşleştirip “bunlar böyle işte” diye coşmadan önce bu öfkenin kimin işine geldiği üzerine düşünmemiz gerek. Evet, öfke bazen iyidir, üzgün olmaya tercih edilir ama her zaman değil. Özellikle de laboratuvar şartlarında oluşturulan bir öfkeyse…