Bir tarafta emperyalist barbarlık. Libya’dan Yemen’e, Suriye’den Ukrayna’ya, Mali’den Sahraaltı Afrika ülkelerine, Somali’den Sudan’a… El atılan, temas edilen her coğrafyadan oluk oluk akıtılan kanlar, saçılan ölümler.

Diğer tarafta neoliberal vandalizm. Emeğin yok sayıldığı, sömürünün dur durak bilmediği, geleceksizliğe, güvencesizliğe mahkûm edilen milyonlar, açlık ve zorbalıkla terbiye edilen kitleler.

Beri yanda siyasal İslamcı gericilik. Vahabi/Selefi karanlığın etkisi altına aldığı dinci-gerici dalganın yok ettiği coğrafyalar. İnsanlığın tüm kazanılmış haklarını, değerlerini yok etmek isteyen zifiri bir karanlık!

Bütün bunların ortasında emperyalist barbarlık ve neoliberal yıkım politikalarının yol açtığı savaşların, krizlerin, tahribatların yarattığı iklimden beslenen neo-faşizm.

Dünya, emperyalist barbarlık ve neo liberal yıkım politikalarının yarattığı ağır faturalarla karşı karşıya. Kapitalist sistem yapısal krizini aşamamanın sancılarıyla kıvranırken, neoliberal küreselleşme çökme aşamasına gelmişken, popülist bir aşırı sağcı dalga yükseliyor!

ABD’den Macaristan’a, Polonya’dan Filipinler’e, Slovakya’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Finlandiya’ya… Trump, Orban, Duerte, Fico, Kaczynski, Le Pen, Wilders…

Altın Şafak, Ulusal Cephe, Slovakya Halkının Partisi, Finliler Partisi, Özgürlükler Partisi ve daha niceleri.

•••

‘Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor.’ Faşizm hayaleti… İkinci Dünya Savaşı’nın ardından bir daha dirilmemek üzere öldürüldüğü sanılan bu hayalet Avrupa’dan Amerika’ya

Batı siyasetinde hortlamış durumda.

Kendisinden olmayana düşman, yabancı karşıtı, serbest piyasa düşkünü, emeğe, özgürlüklere, toplumsal dayanışmaya düşman yeni bir “ruh” bütün bir yerküreyi kuşatmak üzere.

Rosa Luxemburg tarafından 20’inci yüzyılın başlarında dile getirilen “Ya kapitalist barbarlık içinde çöküş, ya sosyalizm!” şiarı hala güncelliğini koruyor. Zaten hiç yitirmemişti de!

Avrupa’nın İkinci Dünya Savaşı sonrasında inşa ettiği mülteci hakları, çokkültürlülük ve insan hakları gibi değerlerin hepsi büyük bir sınamadan geçiyor.

Dünya bu ‘hayalet’i defetmek konusunda çaresizlik içinde. Şimdiden birçok politikacı siyasi hayatını bu hayalete kurban verdi.

Fransa’da Marine Le Pen liderliğindeki Ulusal Cephe, Almanya’da Frauke Petry liderliğindeki Almanya için Alternatif Partisi, Hollanda’da Geert Wilders liderliğindeki

Özgürlük Partisi, İngiltere’de Diane James liderliğindeki Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi, Yunanistan’da Nikolaos Michaloliakos liderliğindeki Altın Şafak,

Macaristan’da Gábor Vona liderliğindeki Daha İyi Bir Macaristan Hareketi ve İsveç’teki Jimmie Åkesson liderliğindeki İsveç Demokratları...

Yükselmekte olan sağ popülizmin dünyayı nasıl bir felakete sürükleyeceği meçhul.

Tehlikeli dalgaların tam ortasındayız. Bu yıl içerisinde üç önemli seçim olacak Avrupa’da. Mart’ta Hollanda, Nisan’da Fransa, Eylül’de Almanya. Her üç ülkede de aşırı sağcıların oy patlaması yapması bekleniyor.

Aşırı sağın Avrupa’da en son siyasal hayata yön verdiğinde nelere mal olduğunu görmek için çok da uzağa gitmeye gerek yok.

•••

Ne yapmalı?

Neo-faşizm ile nasıl mücadele etmeli?

Bu sorulara yanıt mahiyetinde bir konferans hafta sonunda Berlin’de yapıldı. Konferansın sloganı ve ana teması şuydu; ‘Sağa karşı olmak yetmez, sosyalist alternatifler için mücadele etmeli!’

Alman Junge Welt gazetesi tarafından her yıl sosyalist mücadelenin öncülerinden Rosa Luxemburg adına düzenlenen iki günlük konferansta Almanya, Avrupa ve dünyanın pek çok ülkesinde yükselen aşırı sağ hareketler ve bunlara karşı mücadelenin nasıl yükseltileceği ile sosyalist alternatifler ele alındı.

Brezilya’dan, ABD’den, İspanya’dan, Küba’dan, Türkiye’den ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden çok sayıda ismin katıldığı Rosa Luxemburg Konferansı’nın tartışma ve sunum başlıkları arasında “Gericiliğe karşı mücadele ve yeni bir solun inşası, Bağımsızlık ve sosyalizm, ABD’de yeni koşullar altında ırkçılık ile mücadele, Silahlı mücadeleden parlamenter mücadeleye, Türkiye’de terör ve diktatörlüğe karşı mücadele, Almanya Seçimi Sonrası: NATO savaş yürütüyor – Sol yönetiyor mu?” gibi kategoriler vardı.

•••

Sosyalist bir seçenek nasıl yaratılabilir? Uzun yılların ve kapsamlı tartışmaların konusudur bu kuşkusuz! Ancak şurası muhakkak ki şayet bir yol bulunamazsa tüm insanlık gerici-faşist barbarlığın karanlık yüzüyle karşı karşıya gelecek!

Başka bir yol yok! Tıpkı yoldaşı Karl Liebknecht ile birlikte 15 Ocak 1919’da Alman faşizmi tarafından öldürülen Rosa Luxemburg’un dediği gibi, “ya sosyalizm ya barbarlık!”

Üçüncü bir seçenek bulunmuyor.

Rosa Luxemburg tarafından 20’inci yüzyılın başlarında dile getirilen “Ya kapitalist barbarlık içinde çöküş, ya sosyalizm!” şiarı hala güncelliğini koruyor. Zaten hiç yitirmemişti de!

Şiar geride bıraktığımız tarihsel dönem ve bugün için doğrulanan temel bir saptamayı ifade ediyor. Aradan yüzyıl geçse de, değişen bir şey yok. Rosa Luxemburg’un dönemin Almanya ve Avrupa’sındaki ‘Zeitgeist’i anlatmak için söylediği tespit günümüz dünyasını da özetler nitelikte. Bugünün koşulları fena halde iki dünya savaşı arasındaki koşulları fena halde çağrıştırıyor.

İnsanlık bu ‘kapitalist-emperyalist barbarlık düzeni’ni aşmadıkça, kelimenin gerçek anlamıyla bir ‘yok oluşa’ sürüklenmesi kaçınılmaz. Kapitalizmin insanlığa sunduğu bunalımlar, savaşlar, sefalet, yoksulluk, doğanın tahribatı ve insan kıyımıdır. Emperyalistler arasındaki çelişki, çatışma ve pazar paylaşım savaşımı yerel, bölgesel ve küresel savaşlara yol açmaya devam edecektir.

Emperyalist/kapitalist sistem kendi egemenliğini sürdürmek için insanı, doğayı ve geleceği her geçen gün tahrip ederek yok etmeye devam edecektir. Bu yok edişe karşı katledişlerinin 98. Yıldönümünde Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht yol göstermeye devam ediyor: “Ya barbarlık ya sosyalizm!”