Devlet görevlilerinin yargılandığı bir cinayetle ilgili duruşmada, mağdur avukatlarından duymuştum: “Devlet cinayetin failini bulamıyorsa fail bellidir.”

10 Ekim Ankara katliamı için de geçerli: Fail belli.

Ve bu kez o kadar belli ki, usulen görülen davanın dosyasına giren deliller bile, açıkça faili işaret ediyor.

Daha ilk günden belliydi: Mitinge katılanları korumak için hiçbir güvenlik tedbiri alınmadı, polisler alana patlama sonrası gönderildiler, yaralılara müdahale edenlere müdahale etsinler diye. Yani, biber gazı ve tazyikli su sıkmaya… Çıkan bu hengâmede ambulansların alana girişi gecikti ki yaralılar için bir saniye bile çok önemliydi.

Bombanın öldüremediklerine suçlu muamelesi yapıldı. Hemen ertesi gün soruşturmada gizlilik kararı alınarak mağdurların dosyaya erişimi engellendi. Acil işlemler arasında, yayın yasağı da vardı.

Mağdurlar o kadar yok sayıldılar ki, dilekçelerinin işleme konulmadığı 4 yıl sonra anlaşıldı: Avukatlarının dilekçeleri, bir savcının dolabında tesadüfen bulundu.

***

Sadece bu olay bile davanın ne denli lakayt yürütüldüğünün kanıtı olabilirdi ama duruşmalarda öyle gerçekler açığa çıktı ki, mevzunun görmezden gelmenin çok ötesinde olduğu anlaşıldı:

IŞİD örgütlenme ve faaliyetlerinin 2012’den itibaren Emniyet tarafından bilindiği, katliam faillerinin adım adım izlendikleri, yaptıkları her şeyden yıllardır devletin haberdar olduğu, yani katliamı gerçekleştirenlerin bilinmeyen gizli militanlar olmadığı;

Katliamın hemen öncesinde miting gibi toplanmalara intihar saldırısı olabileceğine dair 60’tan fazla istihbarat bulunmasına rağmen Ankara Emniyeti’nin bu istihbaratları dikkate almadığı;

Katliam öncesinde ve sonrasında yıllarca örgütün sınır emiri olarak görev yapan İlhami Balı ve ekibinin sınırda örgüt militanlarının ve bombaların geçişini sağlarken askerlerle her türlü pazarlığı yaptığı, birbirlerine yardımcı oldukları ve bunlar yapılırken telefonlarının dinlenildiği halde hiçbir şey yapılmadığı;

Sınırın IŞİD militanlarına tamamen açık olduğu ve hatta askerlerin IŞİD militanlarına yardım ettiği, bavullarını taşıdıkları;

Halen firari olan ve kırmızı bültenle aranan katliam faillerinden Nusret Yılmaz’ın yurtdışından iki kez Türkiye’ye iade edilmesine rağmen serbest kaldığı;

2015’te Türkiye’deki IŞİD katliamlarını organize eden ve hakkında yakalama kararları bulunan Yunus Durmaz’ın yeri ve telefonu tespit edilmesine rağmen yakalanmadığı;

Katliam sanıklarından Ahmet Güneş’in, üzerinden bir esiri infaz ettiklerine dair görüntüler çıktığı halde tahliye edilerek Suriye’ye kaçıp yeni katliamlar örgütlemesini sağladığı;

Gaziantep’te tüm katliam faillerinin buluştuğu ve IŞİD’in eğitim ve faaliyet merkezi olarak kullandığı derneklerin faaliyetleri bilinmesine rağmen yıllarca militan yetiştirilmesine göz yumulduğu;

Yıllarca çatışma bölgelerinde eşleriyle birlikte kalan, nöbet tutan, örgütten maaş alan, eğitim çalışmaları yapan kadınların beraat ettirildiği;

Ebu Zeyneb kod adlı IŞİD’linin katliamın talimatını verdiği halde yargılamaya dahil edilmediği;

En önemlisi, intihar saldırganlarını Ankara’ya getirenlerden Yakub Şahin hakkında, katliamdan 10 gün önce bomba malzemesi aldığı ihbar edilmesine rağmen hiçbir işlem yapılmadığı, hakkındaki ihbar evraklarının da dava dosyasından çıkarıldığı, böylece delillerin gizlendiği ve mahkemeden saklandığı ortaya çıktı. (Özet, 10 Ekim Ankara Katliamı Davası Avukat Komisyonu’ndan)

***

Çıktı ama devletin suçlu muamelesi yaptığı kişiler hiç değişmedi: Anmalar yasaklandı, protesto gösterilerine polis müdahale etti, yüzlerce protestocuya dava açıldı, binlerce eylemciye idari para cezaları kesildi. Dün katliamın yıldönümüydü, anmaya katılmak isteyenler yine karşılarında polisi buldu.

Belli ki 10 Ekim 2015’te olanlar, tüm tarafların hafızasında taze. Biz de unutmayacağız.