Süper Temyiz Merciileri!

“mevcut durumda kararı hakkında Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararı verilen mahkeme ne yapmalıdır? Mahkeme (İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi. İ.C.) “ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapma”yı reddedebilir mi? 30 Mart 2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanununun 50’nci maddesinin ikinci fıkrası, sadece Anayasa Mahkemesine değil, aynı zamanda ihlal kararına konu olan kararı veren adli ve idari yargı yerlerine de hitap eder. Dolayısıyla ihlal kararına konu teşkil eden kararı veren mahkeme (İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi. İ.C.) “ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak” zorundadır.” (Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku, Ekin, 2019, s.1159)

Anayasa hukukçusu Kemal Gözler bu berrak tespiti İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, AYM’nin Berberoğlu kararına meydan okumadan yıllar önce yazmış. Muhtemelen hiçbir Anayasa Hukuku ya da Ceza Muhakemesi Hukuku kitabında da aksine bir görüşe rastlayamazsınız. Belki bu konunun tartışıldığı bir makale bile zor bulunur. Çünkü ilgili kanun maddesi yoruma yer bırakamayacak kadar açık:

“MADDE 50- (1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez. (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

14. Ağır Ceza Mahkemesinin AYM’yi tanımama kararının dayandığı “yerindelik denetimi” ve devamındaki “idari eylem ve işlem niteliğinde karar verme” yasağı idarenin eylem ve işlemlerine ilişkindir. Ceza Yargılamasına dair uyuşmazlıklarda uygulanamaz. Aksi yorum cezai konularda bireysel başvurunun içini boşaltacaktır. Kaldı ki böyle bir tespitin ilk derece mahkemesi tarafından yapılarak AYM kararının yok sayılması 14. Ağır Ceza Mahkemesini “süper temyiz mercii” konumuna taşır. Anayasanın “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar” Hükmünü fiili olarak yürürlükten kaldırır.

Bu alıntı ve tespitlerle başlamam naif gelmiş olabilir. Çoktandır “Anayasasızlaştırılmış” ve hukuk güvenliğinin kalmadığı bir düzende ne gerek var demeyin. Hala bu ve benzeri kararların kanunun farklı yorumlanmasından kaynaklanan rutin “yanlış” kararlar olduğunu düşünenler var. Muhtemelen bu bakışı savunanlara söz konusu kararı itirazen inceleyecek 15. Ağır Ceza Mahkemesinin kararı da destek olacaktır. Ama İstanbul Barosu önceki başkanı Turgut Kazan’ın “Berberoğlu kararını veren mahkeme başkanı önce 26. ACM’deydi. Selahattin Demirtaş’la Sırrı Süreyya’yı cezalandırmıştı. Selçuk Kozağaçlı ile ÇHD’li avukatlar 37.ACM tarafından tahliye edilince, kararı veren tüm yargıçlar dağıtıldı ve Başkan Akın Gürlek bu mahkemeye gönderildi. Ardından ÇHD’li avukatlar çok ağır cezalara çarptırıldı. Ve Canan Kaftancıoğlu ile Sözcü yazarları yine Akın Gürlek başkanlığındaki bu mahkemede ağır cezalara çarptırıldı. En son, Haziran 2020’de Akın Gürlek 14. ACM’de görevlendirildi. Ve bugün Anayasayla / yasayla / hukukla bağdaşmayan Berberoğlu kararı çıktı. Kararı anlamak için 15.03.2018 günlü 2. Şahin Alpay kararına bakmak yeterlidir. Eğer HSK gerçekten HSK ise derhal inceleme başlatmalıdır” hatırlatması verilen kararın ve seçilmiş bazı mahkemeler üzerinden başka şeylerin kotarıldığını gösteriyor.

Bireysel Başvuru ilk tartışılmaya başlandığında özellikle Yargıtay ve Danıştay bu yolun, Anayasa mahkemesini bir çeşit “süper temyiz” organı haline getireceğini söyleyerek eleştirmişlerdi. Bu sakınca bireysel başvurunun kapsamı “Anayasada yer alan temel hak ve özgürlüklerden AİHS kapsamında olanların kamu gücü tarafından ihlal edilenleriyle” sınırlanarak önemli ölçüde giderildi. Zaten bireysel başvurunun kabul edilmesi Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının hak ve özgürlüklerinin korunması için değil, daha çok AİHM nezdindeki imajın düzeltilmesi ve AİHM’nin iş yükünün azaltılması amacıyla getirildi. OHAL sürecinde ise nerede ise AİHM ile kirli bir iş birliğine dönüştü. Tüm bunlara rağmen 14. Ağır Ceza mahkemesinin bu kararı, başvurucular için şapkadan yeni soruşturma çıkarılarak ya da tutuklu konumundan hükümlü konumuna geçirilerek bypass edilen AYM kararlarından daha fazla şeyler ima ediyor.

Öncelikle AYM nin kurumsal olarak varlığının tartışıldığı bir ortamda verildi bu karar. Daha önceleri Cumhurbaşkanının “tanımıyorum, saygı duymuyorum” diyerek başlattığı, İçişleri Bakanının korumaları çekmekle tehdit ederek sürdürdüğü bir süreç söz konusu. Devlet Bahçeli “Anayasa Mahkemesi yeni hükümet sisteminin doğasına uygun şekilde yeni baştan yapılandırılmalıdır”, Adalet Bakanı “Demokrasi ve hukukun üstünlüğüne kavuşmak içi her türlü değişiklik yapılabilir” diyerek devam ettirdi. Cumhurbaşkanı dün kendisine sorulan “AYM yapısında değişiklik olacak mı?” sorusuna “inşallah” diyerek noktayı koydu.

Bu taktik daha önceleri çok sık uygulanmıştı. Bir kurumu değiştirmek, hizaya getirmek ya da ele geçirmek istediklerinde önce çalışmadığı, işe yaramadığı yolunda -tercihan Zaman gazetesinde! - haberler yapılırdı. Sonra kaotik bir maraza çıkarılırdı. Böylelikle geniş kesimlerin rızası elde edilirdi. Nitekim yargının Fetullahçı yapılanmaya teslim edilmesinde ve AYM’nin şimdi şikayet ettikleri yapıya kavuşturulmasında bu yolu denemişlerdi. O kadarki dönemin AYM başkanı “yüksek yargı bugüne kadar uyumaktan başka bir şey yapmadı! Çağın nabzını tutamayan statükonun kibirli mensupları artık halkı ikna edememektedir” diye açıklamalar yapmıştı.

Şimdi aynı oyun oynanıyor. Oyuna ihtiyaçları mı var ki diyebilirsiniz. Evet var! Bu marazadan yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına dair güçlü bir hareket/tartışma başlatılarak bu oyun bozulabilir. Bir dönem bireysel başvuruya “AYM süper temyiz mercii olacak” diye karşı çıkan yargı mensuplarının artık süper temyiz merciinin iktidardaki Parti Başkanları olduğunun farkına vararak -kuşkusuz farkındalar- bu duruma karşı çıkmaları gerekir. Aksi taktirde 14. Ağır Ceza Mahkemeleri artacaktır.

Doğal olarak en büyük görev siyasal partilere düşüyor. Öncelikle yaşananlara dini referanslarla karşı çıkmak saldıranlara açık çek vermek anlamına gelir. Anayasa ve hukuk ihtiyaç duyulan tüm argümanları sağlıyor iken bu alana girmek anlamsız. Ayrıca bu karar ve etrafında yapılan tartışmaları rejimin diğer anti demokratik uygulamaları ve geçmişteki benzer hukuksuzluklar ile birlikte ele almak gerek. Kınama ve basın açıklamalarından daha çok sonuç alıcı ve müdahale edici tutumlara ihtiyacımız var.