Yirmi birinci yüzyılın en büyük salgınına dönüşen koronavirüs, her yönüyle kapitalizmin bütün foyasını ortaya çıkardı. Kâr hırsının, fırsatçılığın, fahiş fiyat uygulamalarının, bencilliğin tavan yaptığını, rafların, reyonların nasıl boşaltıldığını gördük. ‘Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ felsefesinin yol açtığı idari, siyasi, toplumsal, kültürel çürümenin nelere kadir olduğunu tatbik ettik.

Ancak hiçbir şey kapitalizmin iğrençliğini Ingiltere başbakanı Boris Johnson’un “sürü bağışıklığı” tezi kadar iyi anlatamazdı belki de. Johnson, virüsü kontrol altına alma politikalarına son verdiklerini, kontrollü salgın politikası ile salgını geciktirme stratejisi uygulayacaklarını açıkladı. Virüsün zaman içinde nüfusun büyük kısmına bulaşması böylece halkın “sürü bağışıklığı” geliştirmesi planlanıyor. Böylece halkın her yıl mutasyona uğrayarak grip gibi tekrar hasta etme ihtimali bulunan bu virüse bağışıklık geliştirmesi umuluyor.

Özetle Johnson’a göre korona ne kadar çok kişiye bulaşırsa o kadar iyi olur. Esasında fikrin akıl hocası Profesör Graham Medley. Nüfusun büyük bir çoğunluğunun enfeksiyona bağışıklık geliştirmesini salık veren Medley “sürü bağışıklığı” formülünü ortaya atıyor. BBC Türkçe’nin haberine göre Medley, “Aslında elimden gelse, ideal olan, hastalık karşısında daha zayıf olan yaşlı ve hastaları Iskoçya’nın en kuzeyine gönderir, kalanları da en güneyde toplarım. Böylece herkes bağışıklık kazanmış olur ve hayat normale dönebilir” diyerek çıtayı en yükseğe çıkarıyor.

Salgın hızla yayılırken “bilim tarafından yönlendirilen” bir politika izlediklerini ileri süren Johnson’ın bu stratejisi Ingiliz gazetelerinin dahi tepkisini çekti. Financial Times “Britanya’nın virüse karşı stratejisi bir kumar” başlığıyla eleştirirken Ingiltere’nin koronavirüs politikasının sıkı karantina önlemlerine kıyasla daha fazla ölüme yol açacağının kesin olduğunu yazdı.

Tabi bu liberal akılın hesapladığı nokta insan yaşamı değil. Sağlık hizmetlerinde bir anda yüklenmenin önüne geçilmesi. Ingiltere’de virüsün kontrollü yayılması planı işe yarayacak mı? Meçhul. Ancak bu “deney”in telafisi imkânsız sonuçlara yol açma ihtimali oldukça yüksek.

TRUMP’IN AHLAKSIZ TEKLİFİ

Liberal-kapitalist fırsatçılığın zirvesini ise Amerikan Başkanı Donald Trump yaptı. Alman Die Welt gazetesine göre Trump, Tübingen merkezli CureVac şirketinin yeni tip koronavirüse karşı aşı çalışmalarını satın almak için büyük miktarda para teklif etti. Alman hükümet kaynaklarına dayandırılan haberde teklif edilen para 1 milyar Avro. Amerikan ve Alman gazeteleri günlerdir bu “ahlaksız” teklifi işliyor.

Trump muhtemelen seçim şovu olarak kullanmak istediği için aşıyı Amerika’ya çekmek istedi. CureVac şirketi “satın alınma iddiaları” reddetse de Trump ile görüşüldüğünü kabul etmek zorunda kaldı. Şimdi iki ülke arasında “aşı krizi” başladı.

Içişleri Bakanı Horst Seehofer hükümetin ABD’nin talebinden haberdar olduğunu doğruladı. Alman Maliye Bakanı “Almanya satılık değil” diye tepkisini gösterdi.

Sosyal Demokrat Parti (SPD) Ekonomi Uzmanı Bernd Westphal, Alman hükümetine koronavirüs aşısı üzerinde çalışan Tübingen merkezli firmanın ABD’ye satışına engel olması çağrısı yaptı. Gerekirse CureVac’ın kamu bütçesinden desteklenmesini istedi. Ilaç krizi karşılıklı açıklamalarla büyüyor.

TEK ÇARE DAYANIŞMA

Insanlık tarihi bir anlamda virüsler, salgınlar tarihidir de. Virüsler hep var oldu. Bundan sonra da olacak. Ancak korona kapitalist sistemin bu tarz salgınların faturasını yoksulların üzerine yükleyerek asıl sorunun kendisi olduğunu gösterdi. Kapitalizm insanlığın ve dünyanın bekasına tehdittir. Korona dayanışmanın, örgütlülüğün ne kadar yaşamsal olduğunu gösterdi. Kapitalizmin salgınlarla başa çıkma yollarının yeni felaketlere yol açtığı görülüyor. Kapitalist barbarlığın yol açtığı felaketlere karşı yeni bir tür dayanışma ağlarının örülmesi gerekiyor.

Ispanyol komünistlerin dediği gibi “Kimseyi arkada ve korumasız bırakmadan”, kimseleri kapitalist barbarlığın insafına bırakmadan yeni yollar, çözüm seçenekleri bulmaktan başka bir seçenek yok.