“Sahte oruç, kanlı iftar” Milliyet gazetesinin bu başlığı, medyanın cezaevleri operasyonlarına karşı aldığı tavrın en kristalize örneği

“Sahte oruç, kanlı iftar”

Milliyet gazetesinin bu başlığı, medyanın cezaevleri operasyonlarına karşı aldığı tavrın en kristalize örneği. Ama Milliyet gazetesi yalnız değildi bu tavırda. Nice köşe yazarı, nice gazeteci 19 Aralık 2000’deki katliamın alkışlayıcısı oldu. Belki hala da övünerek anlatırlar ya da bazıları “Mecbur kalmıştık” diyerek kendilerini savunurlar.

Neyse ki bir Jandarma belgesi, kendilerini kimin, neye mecbur bıraktığını, hem de resmi devlet kayıtlarıyla ortaya koydu da biz de gazetecilerin o dönem kimden talimat aldıklarını (belgesiyle) gördük.

Hayata Dönüş Operasyonu adıyla bilinen 19 Aralık katliamından 14 yıl sonra Jandarma Genel Komutanlığı lütfetti, operasyondan üç ay önce hazırlanan “harekat raporunu” mahkemeye gönderdi. Jandarma Genel Komutanlığı’nın mahkemeye gönderdiği rapor, Jandarma Genel Komutanlığı Asayiş Daire Başkanı Albay Ali Aydın ile Ceza ve Tevkifevleri Şube Müdürü Binbaşı Cemal Vural imzalı. Raporun hazırlanış tarihi, ölüm oruçlarına başlanan tarih olan 20 Ekim 2000’den yaklaşık bir ay öncesine ait: 25-30 Eylül 2000.

Raporda jandarmanın “kanlı bir operasyon” yapacağı, hatta bu nedenle yargılanmaktan korktuğu yazıyor:

“Jandarma personeli müdahalenin kansız neticelenmeyeceği inancında ve görev tamamlandığında yargılanacağı endişesi taşımaktadır.”

“Cezaevlerinde meydana gelen isyanlara müdahalede jandarmanın görev ve yetkileri yeniden düzenlenerek isyancı tutuklu ve hükümlülerin mağdur, devlet otoritesini tesis etmekten başka amacı olmayan jandarmanın ise sanık durumuna düşürülmemesi sağlanmalıdır.”

Raporun en kritik bölümü, “insanların öldürüleceği, yaralanacağı, gaza boğulacağı” çok önceden, hatta mahpuslar direnmeye başlamadan belli iken, operasyonun “medya ayağının” da unutulmamış olması.

Raporun tavsiyeler bölümünden:

“Sivil toplum örgütleri ve medya nezdinde girişimlerde bulunularak kamuoyu yaratılması için psikolojik harekat faaliyetlerine ağırlık verilmelidir.”

Bu rapordan üç ay sonra cezaevlerinde katliam yapıldı, 30 kişi öldürüldü.

Gazeteler ve televizyonlar, mahpusların “mağdur”, jandarmanın “suçlu” konumuna düşmemesi için adeta bir kampanya yürüttü.

Haberler ve yazılar, jandarmanın tek amacının mahpusları ölümden kurtarmak olduğu, devlet otoritesinin tesis edilmesi gerektiği, bu arada mahpusların kendilerini öldürdükleri/yaktıkları/vurdukları minvalindeydi.

Gazete yöneticileri katliamın yapıldığı yerin yakınına bile yaklaştırılmayan muhabirlerini değil, kendilerine talimat verenleri dinlediler.

Katliamın ertesi günlerinde şunlar yazıldı:

“Sahte oruç, kanlı iftar” (Milliyet, 20 Aralık 2000)

“Devlet girdi” (Hürriyet, 20 Aralık 2000)

“Telefonla Yak Emri, Lider Talimatı: Bir Arkadaş Kendini Yaksın” (Hürriyet, 20 Aralık 2000)

“Cezaevi operasyonlarında hükümeti destekliyorum” (Cüneyt Ülsever, Hürriyet, 21 Aralık 2000)

“İnsan hakları soytarıları” (Emin Çölaşan, Hürriyet, 21 Aralık 2000)

“Hükümetin bu operasyona verdiği, ‘Hayata Dönüş’’ adı dün gerçek anlamını buldu.” (Ertuğrul Özkök, Hürriyet, 22 Aralık 2000)

“…müdahalenin insani ölçütler dikkate alınarak gerçekleştiğini görmeliler.” (Güneri Civaoğlu, Milliyet, 20 Aralık 2000)

“…Bu operasyon için hükümet eleştirilemez. Olsa olsa gecikmekten sorumlu tutulabilir.” (Güngör Mengi, Sabah, 20 Aralık 2000)

“Nihayet” (Tamer Korkmaz, Zaman)

Bu yazıların imza sahiplerine ve daha ulaşamadığım nicelerine:

Bu manşetler “psikolojik harekatın” parçası mıydı?

Bu yazıları talimatla mı yazdınız?

Eğer öyleyse, kimden talimat aldınız?

(Genelkurmay, başbakan, bakanlar..?)

14 yıl sonra jandarmanın bile üzerinden atmak istediği suçu üstlenmeye devam edecek misiniz?