AKP iktidarının Taliban’la görüşme hevesi, Suriye ve Libya’da çöken ideolojik dış politikaya yeni bir alan açmak için fırsat kolladığının göstergesi. Gelişmeler bir kez daha AKP’nin dış destekle iktidarını sürdürmesine imkan vermekten uzak. AKP’nin hatası tarihin tekerrür edeceğini ummak.

Tarih tekerrür etmez AKP yanılıyor

Doç. Dr. Yunus EMRE

ABD Başkanı Joe Biden göreve geldiğinde uluslararası sorunlar ve dış politika konuları için “Amerika Geri Döndü” açıklamasını yapmıştı. Bu açıklama ABD’nin müttefikleriyle daha fazla diyalog kuracağı ve uluslararası meselelere daha fazla ağırlığını koyacağı şeklinde yorumlandı. Biden yönetiminin ittifaklara daha fazla önem verdiği sıklıkla gündeme getirildi. Önemli uluslararası sorunlara daha fazla ağırlığını koyduğunu söylemek ise zor. Bölgemiz bakımından Yemen’de Suudilere ABD desteğinin geri çekileceğinin açıklanması önemliydi. ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ise yeni bir aşama oldu.

İlerleyen dönemde Irak’tan tamamen çekilmenin de gündemde olduğunu unutmamak gerekiyor. Belli bir aşamada Suriye sahasından çekilmeyi de sürpriz olarak karşılamamalı. ABD politikasında köklü dönüşümler yaşanıyor ve bu dönüşümlerin ülkemizi ve bölgemizi de yakından etkilemesi muhtemel. Bu yazıda ABD dış politikasında ve bölgemizde yaşanan gelişmelerin ülkemize olası etkilerini ele alacağız.

Yemen ve Afganistan konularında ABD’nin attığı adımlar yeni bir politikaya işaret ediyor olsa da Afganistan’da yaşanan gelişmeler “teröre karşı savaş” cephesinde Afganistan’ın adeta çökmesi ile büyük bir başarısızlığı ortaya çıkardı. Ayrıca bu başarısızlık “Demokrasi Konferansı” söylemiyle ortaya çıkan ve otokrasilere kesin tavır koyacağını iddia eden Biden yönetimi için dış politika ajandasında ciddi bir gerileme oldu. Yemen dosyasında alınan karar, İran ve İran destekli Husiler açısından olumlu sonuç yaratacağı yorumlarını beraberinde getirmişti. Biden yönetiminin Trump’ın terk ettiği İran’la nükleer anlaşma konusunu tekrar ele alması da sürpriz olmayacaktır. İran’la yumuşama bu aşamada mümkün görünmese de İran’la savaş çığırtkanlığının terk edildiği açık. Bu gelişmelerin ışığında şu yorumu yapmak mümkün: Biden yönetiminin demokrasi ve insan hakları temelli bir dış politika idealizmi yürüteceği iddiası sadece söylem düzeyinde kalacağa benziyor.

AFGAN DOSYASI

Afganistan bahsinde durum biraz daha trajik. Taliban’ın Kabil’e girmesiyle beraber Afgan Ordusu’nun birçok vilayeti savaşmadan Taliban’a teslim etmesi ABD’nin yirmi yıldır desteklediği ve eğittiği Afgan Ordusu’nun yeterli kapasiteye ulaşamadığını gözler önüne serdi. ABD’nin Afganistan’daki yirmi yıllık askeri varlığı ABD dış ve güvenlik politikası açısından bir hezimet olarak kayıtlara geçti. Afgan halkının karşı karşıya bulunduğu çaresiz ve güvensiz ortam daha korkutucu gelişmelerin bu ülkeyi beklediği endişesini yaratıyor. Afganistan için demokrasi umutları ortadan kayboldu ama en ağır maliyeti kadınların yükleneceği görünüyor. Bir yandan Afgan toplumunun geleneksel kurumları bir yandan Taliban’ın katı şeriat yorumu kadınların hayata katılımının önüne yeni engeller koyacak. Afgan Meclisi’nde yüzde 27 kadın kotasından kadınların evden çıkmalarının bile izne bağlı olacağı bir karanlık gidiş Afganistan’ı bekliyor.
Bu noktada Biden’ın “Afganistan’a ulus inşa etmeye gitmedik” açıklaması 20 yıldır ülkede bulunan ABD’nin ne yapmaya çalıştığı bakımından çelişkileri de ortaya koyuyor. Elbette ki uluslararası ilişkilerde bir başka ülkenin içişlerine karışmak prensip olarak eleştiri konusu olarak kabul edilse de Afganistan’da yapılanların bir ulusun inşasından çok bir ulusun çöküşüne hizmet ettiği bugün daha açıklıkla görünüyor.


AKP’NİN YANLIŞ POLİTİKASI

Taliban’ın Türkiye’nin resmen kabul ettiği Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararıyla hakkında yaptırımlara gidilmiş terör örgütleri listesinde olduğunu hatırlatmakta fayda var. Bunun yanında Taliban’ın Kabil’e girdikten sonra yaptığı Afganistan’da demokrasi için son ümitleri de söndüren şeriat kurallarına göre ülkeyi yönetecekleri vurgusunu da bir kenara not etmek gerek. İkisi bir arada değerlendirildiğinde Türkiye’nin kendisinin ve uluslararası camianın terör örgütü olarak kabul ettiği bir örgütle masaya oturabilmeyi dile getirmesi ve bunun için ılımlı mesajlar veriyor olması anlaşılması güç bir durumdur. Kaldı ki Taliban’ın demokrasi ve temel haklar ile özellikle kadın ve çocuk hakları konusunda sicili ortada iken Türkiye’nin masaya oturmadaki hevesi sadece Biden yönetimindeki ABD ile arayı yumuşatmaktan öte Suriye ve Libya’da iflas eden ideolojik temelli dış politikasına yeni alan açmak için bölgede fırsat kollamak olarak da değerlendirilebilir.

Bu konuda AKP’ye bir görev biçilmesinden çok AKP’nin görev üstlenmek için hevesli olduğunu söylemek daha doğru olacaktır. Bu da AKP’nin yeni vahim hatasıdır.

AKP’nin iflas eden, hamaset boca edilmiş ve ideolojik temelli dış politikası için yeni bir oyun alanı yaratmaya çalıştığı ortadadır. Tüm dünyanın kaygı ile izlediği gelişmeler karşısında Çin ve Rusya ABD’nin hezimetinden memnun olabilir. Ancak bu ülkeler Afganistan’daki gelişmeleri kendi dış politika ve güvenlik doktrinleri açısından değerlendirmekten de geri durmuyorlar. Çin’in ekonomik çıkarları ve ABD’ye karşı uluslararası arenada kendine daha güçlü bir yer edinme politikası açısından Afganistan’da etkin olmak istemesi beklenebilir ancak Çin’in kendi ülkesinde Müslüman azınlığa baskıları karşısında İslami terörizmin Afganistan’da beslenebileceği kaygısı gündemlerinin ilk sırasında. Rusya açısından da ABD’nin bölgeden ayrılması memnun edici bir gelişme olarak kabul edilebilir ancak eski Sovyet coğrafyasında oluşacak yeni bir terörizm dalgası konusundaki endişeleri Rusya için öncelikli konu.

Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin geçmişten gelen bağlar nedeniyle Afganistan’ı yalnız bırakmak istememesi anlaşılır ve kabul edilebilir. Ancak bunun meşru bir zeminde ve çatışmanın tarafı olmadan yapılması gerekmektedir. Güvenlik kaygılarının göz ardı edildiği, olaya tamamen ideolojik yaklaşıldığı bir ortamda Taliban ile anlaşma yollarının aranmasının ise kısa vadede olumlu sonuç vermesi mümkün değildir.

Taliban’ın bu dönemde uluslararası meşruiyet kazanma arayışında olacağı açık. Ilımlı mesajları bu açıdan değerlendirilse de Afganistan için demokrasi ve iyi yönetim umudu kalmadığı ortada. Türkiye’nin Afganistan’da büyük bir sorumluluk üstlenmesi ise Afganistan’ın Taliban diktatörlüğüne geri dönüşünde buna yardımcı olan bir ülke görünümüne düşmesine sebep olacaktır. Bu da hem tarihsel bağlar hem de uluslararası ilişkiler açısından Türkiye’nin zaten kötü olan imajını daha da kötü yapacaktır. Bu nedenle Türkiye’nin 20 yıllık NATO misyonu sürecinde kendi lehine yarattığı imajı yine imkan ve kabiliyetleri ölçüsünde siyasi, ekonomik, askeri ve diplomatik çıkarları ile güvenlik tehditlerini iyi bir şekilde değerlendirerek sürdürmeye çalışması en doğru yol olacaktır. Ayrıca NATO misyonunun sona erdiği ortamda Mehmetçiğin Afganistan’da bulunması anayasamıza aykırıdır. Anayasada TSK’nın ne şekilde yurtdışında bulunacağı bellidir. Daha önce 18 aylığına kabul edilen tezkere NATO misyonu kapsamını kayıt altına aldığı için misyon bittiğinde askerimiz de geri çekilmesi gereklidir. Bu kapsamda askerlerimizin geri çekilmesi kararı geç kalınmış olsa da olumlu bir karardır. Yeni asker gönderme ise yeni bir tezkereyi gerektirir ve bu tezkere yine anayasada öngörülen uluslararası meşruiyet şartlarından uzak olacaktır. Hele yeni Afgan hükümetinin kabul etmediği şartlarda Mehmetçiği Afganistan’a göndermek askerlerimizin güvenliği bakımından çok önemli riskler oluşturacaktır.

AKP VE ILIMLI İSLAM

ABD-Taliban anlaşması ABD’nin Afganistan’dan çekilmesine buna karşılık Taliban’ın da uluslararası terörizmi desteklememesine dayanıyor. Bu denklemde tarafların Türkiye’ye ne kadar ihtiyaçları var? Bu sorunun yanıtını okuyucularımıza bırakmakla birlikte AKP’nin geçmişteki “ılımlı İslam” mazisini hatırlatmak gerekiyor. 11 Eylül saldırıları sonrasında AKP’nin yükselişinde ABD’nin etkisini ve küresel planda uygulamaya konulan “ılımlı İslam” stratejisini not edelim. Bu çerçevede bugün de AKP, Taliban’ın ılımlılaştırılması gibi bir misyona hevesli olabilir. Ancak bunun da boş bir hayal olduğunu belirtelim. Böylesi bir politika hem Taliban’ın öğretisi gereği imkansız hem de Batılılar çok uzun bir süre önce ılımlı İslam, radikal İslam ayrımını terk etti. İslamcı siyasal akımlar ve “ılımlı İslam” bir dönemde konjonktürel bir yükseliş yaşamış olsa da bugün büyük bir krizle karşı karşıya. Ayrıca ABD’nin Soğuk Savaş’ın sona erdiği evredeki gücünden ve nizam verici kapasitesinden çok uzakta olduğunu da görmek gerekiyor. Bu şartlarda ABD’nin taahhütlerine güvenerek Afganistan’da atılacak adımların ağır maliyeleri olacaktır.

Sonuç olarak AKP, Afganistan’ın işgaliyle başlayan özel bir konjonktürde iktidara gelmiş ve iktidara yükselişinde başta ABD olmak üzere dış destekler önemli bir rol oynamıştı. Bugün AKP’nin seçmen desteğinin gittikçe zayıfladığı ve ilk seçimde iktidarı kaybedeceği bir dönemdeyiz. Bu durumu yine dış destekle tersine çevirme ümidi AKP ileri gelenlerinde bulunabilir. Bu hayallerle avunabilirler. Ancak gerek Türkiye içinde gerek dışında yaşanan gelişmeler bir defa daha AKP’nin dış destekle iktidar sürdürme arayışına imkan vermekten uzak. AKP’nin vahim hatası tam da burada. Tarihin tekerrür edeceğini uman AKP’lilere Marx’ın “Louis Bonaparte’ın 18. Brumaire’i” eserindeki ünlü ifadesini hatırlatalım: “Hegel, bir yerde, şöyle bir gözlemde bulunur: bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Hegel eklemeyi unutmuş: ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak.”