Adnan hocacılar tarikatı ya da Gülen Cemaati (FETÖ) ile birlikte din, devlet, toplum ve birey ilişkilerini laiklik zemininde yeniden tartışmak zorunlu kılınıyor. Çünkü laiklik dışı her yaklaşım, din istismarı üzerinden devleti ve toplumu ele geçirmesini önleyecek tartışmalara çözüm öneremez. Bugün haklarında davalar süren bu iki olay, buzdağının görünen kısmıdır. Çünkü, Türkiye’de kendini “İslam tarikatı” ve “İslam cemaati” olarak tanımlayan tüm yapılar, doğal bir ayrıcalık sahibi oluyor. Din ve dinselleştirme sorgulanmayan bir dogma ve tabu alanı olduğu sürece, dinbazların suç işleme alanı daha da genişliyor. Örneğin, Arapça kökenli olan “tarik” sözcüğü “yol” anlamına, “yarikat” ise “yollar” anlamına gelir. Yani Hak yoluna girmek. İyi insan olma yoludur. Hakka ulaşmanın bir manevi bir yolu olması gerekirken, Türkiye’de Şeyhlerin kendilerine kalabalık bir çevre/mürit oluşturma, sermaye biriktirme, holdingleşme ve siyaset kurumları ile pazarlık ilişkileri kurma ‘yolu’na dönüşüyor.

Tarikatların büyük kesimi, manevi Hak yolu yerine, dinbazlık ve düzenbazlık üzerinden kendilerine dünyevi yol açarak, kamu kurumlarına sızma hareketine dönüşmüştür. Siyaset kurumları da bu tarikatlarla, tarikatlarda siyaset kurumlarıyla sandık/oy pazarlıkları üzerinden ilişkilerine sürdürdüler. Her dönemin ve iktidarın işbirliği yaptığı tarikatların varlığı sır değildir. Yani holding ve siyaset tarikatlarında ne ararsanız mevcuttur. Şeyhler müritlerine “bir lokma bir hırka” edebiyatı ve kendisine kayıtsız ve şartsız itaat beklerken, Adnan Oktar’ın hesabında 1 milyara yakın meblağ, Gülen Cemaati’nin (FETÖ) ise milyarlarca doları çıkar. Kendilerini de yeryüzünün tanrısı yerine koyarlar. Bu türden kerametleri kendinden menkul yeryüzü düzenbazlar cennet olan bu ülkede, köklü bir yüzleşmeden kaçınılır.

Dini siyasal bir ideoloji kabul edenler ile dini holdingleşmek ve iktidar aracı olarak görenler, demokrasiye ve laikliğe karşı mücadelede birleşirler. Onların tek dertleri bellidir; Cemaatleşmek, toplumsallaşmak, holdingleşmek, siyasallaşmak, okullaşmak ve devletleşmek! Türkiye’de buna denk düşen iki eğilim var: Siyasal İslamcılık ve holdingleşen tarikatlar. Bu iki eğilim dönem dönem içi içe, çıkarlar ve iktidar gücüne sahip olmak için birlikte hareket ederken, bazen de kavgalı hale gelirler. Siyasal ve holding İslamcılığının hedefi topluma ve devlete sahip olmaktır. Dün Halifenin/Sultanın dini kamusal alanda hakimiyetini egemen kılmak isterken, bugün devletin ve siyasal İslamcı cemaatlerin/tarikatların dini kamusal alanda hakimiyet kurmak istemektedir. Siyasal İslamcılık için tarikatlar ve cemaatler önemli bir mevzidir. Sivil ve kamu hayatındaki bu hakimiyetin sorgulanmasını istemezler. Sorgulayanı ise en yalın ifade ile itibarsızlaştırmak için “din düşmanı” olarak tanımlarlar. Oysa din, vicdan ve inanç özgürlüğünün baş düşmanı bu kesimlerdir. Azınlık inanç gruplarının ve inanmayan kesimlerin kamusal alanda kendilerini ifade etmesini engelleyerek eşitliğe, demokrasiye, özgürlüklere ve laikliğe karşı odak oluştururlar. Örneğin devlet tekelindeki Sünnilik kamusal hayattaki hakimiyeti için Alevilerin taleplerine laiklik ve haklar ekseninde yaklaşmazlar ve asimilasyona maruz bırakırlar.

Devletin kilit noktalarını ve kamu hizmetlerini ele geçirmek için hem iktidar olanaklarını kullanarak yukarıdan aşağı, hem de siyasalaşan ve holdingleşen cemaatlar/tarikatlar aracılığıyla aşağından yukarıya hareket ederler. Son yıllarda dinci gericilik özellikle neo liberalizm tarafından da desteklenmektedir. Dolaysıyla laiklik, sadece Türkiye’de değil, küresel ölçekte gericiliğin ve sermayenin meydan okuması ve kuşatmasıyla karşı karşıya kalmıştır. Laiklik, sermayenin ve gericiliğin acımasız ve kirli sömürü sistemine karşı toplumu hak temelli uyanışı sağlar. Dolayısıyla dincilik ve sermaye hak arama bilincine sahip işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin ve çocukların varlığından rahatsızdır.

Bu nedenle laik ve bilimsel eğitimi, düşünce ve örgütlenme özgürlüğünü sınırlamak için, dini sermayenin ve siyasetin alanına dahil ederek, toplumsal gericiliği örgütlenmeyi, çıkarları açısından tercih eder. Bunun içinde küresel kapitalizm, tarikatlara “Hak yolunu” değil, laiklik karşıtı, siyasetli ve holdingli dincilik yolunu öğretir. Her siyasal ve holding dini yapılarının arkasında küresel sermayenin olması bu açıdan manidar değil, küresel oyunun parçasıdır.

Siyasal İslam’ın ve holdingleşen dini tarikatların toplumu ve devleti ele geçirme yollarına karşı, demokratik cumhuriyetin laiklik yolunda inşasını savunmakla mümkündür. Eğer toplumsal düzeni demokrasi, laiklik, bilimsellik, evrensel hukuk esasları ve değerleri üzerine kurmak için bir yol inşa edemez isek, Adnan hocacıların, FETÖ’cülerin ya da bugün kamu kurumlarına ve bakanlıklara nüfus ettiği iddia edilen diğer tarikat ve cemaatlerin yolunu engellenemez.

Şeyhlerin ve tarikatların birey, devlet, toplum ve siyaset üzerindeki istismarı ancak laiklik ve demokratik bir cumhuriyet programı ile engellenebilir.