Demokrasi ve çoğulculuk yoksa demokratik siyaset de yoktur. Halkın siyasete, özgür iradesinin de parlamentoya yansıması hayal olur.

Türkiye’de yaşanan ve değişmesi gereken budur. AKP iktidarı, tam da bu nedenle demokratikleşmeye ve siyasal özgürlüklere karşıdır. Hem siyasal alanın, hem de medyanın kuşatılması boşuna değildir. Dincilik, milliyetçilik, güvenlik, yargı ve ekonomi üzerinden gerçekleşen çok yönlü kuşatma, tek adam rejimin araçlarıdır. AKP’nin hedefi belli; ister Halifelik, ister Hilafet deyin, amaç tek adamlık rejimi kurmaktır.

Çünkü Erdoğan yetkiyi ikinci bir kişiyle paylaşmak istemiyor. Öyle ki, dün birlikte “yönetmek” isteyen “yol arkadaşları” bugün AKP’de “yok”lar! Kendi “münafıklarını” üretecek hale geldiler.

Erdoğan her dönemde karşı karşıya kaldığı engelleri aşmak için, ihtiyacına uygun ittifaklar kurdu. Ama dünkü ittifakları, bugün yoklar. Liberaller yok! “Yetmez ama evet” denilen sol liberaller ise günah çıkarma seanslarında! “Demokratik açılımlar” ya da “Alevi Çalıştayları” gibi tek kullanımlık istismar projeleri fos çıktı. Hepsi seyirlik şovlardı ve öyle de kaldı. Aslında her şey, adım adım tek adam rejimine yatırımdı. Ötekisiz Türkiye vaat edilen Alevilerin ve Kürtlerin eşit haklar talebi kabul görmedi. Etnik milliyetçilik ve mezhepçilik üzerinden sürdürülen toplumsal fay hatları şiddetle tetiklendi.
AKP neler yapmadı ki? O da tüm sağcı, dinci ve milliyetçi siyasi partiler gibi, milli ve dini kutsallarla halkı kandırmayı tercih etti. Vatandaşlık bağı yerine, makbul sayılan Türk-Sünni kimliklerine yaslandı. Osmanlı aklı ve Emevi zihniyetine dayalı siyasete sarıldı. Çoğunluk kimliklerini siyasetin kullanışlı kalkanı haleni getirdi.

“Önce İslamcılık” dediler. Bu yetmeyince, MHP ve BBP üzerinden Türkçülüğe sığınmak suretiyle “Türk İslam Sentezi”inde buluşmanın taktik olarak farz olduğunu anladılar. Çünkü eski “dostlar” ve “ittifaklar”, bugün “hainler” cephesine gönderilince, eskinin “hainleri” de bugünün, “milli ve yerli ittifakın” partneri haline getirildi.

Tek adam rejiminde, ilkelere, evrensel değerlere ve toplumcu siyasete yer yoktur. “Milli ve Yerli ittifak” siyaseti budur. Farklı kimlikleri, eşit haklar ve eşit yurttaşlık temelinde buluşturmak yerine, “etnik ve din milliyetçiliği” çimentosuyla betonlaştırmak ister. Hak değil itaat isterler. Çoğulculuğu değil çoğunlukçu kimlik rejimini temel alırlar.

Peki Ne Yapmalı?
“Seçim İttifak Yasası” ve yüzde 10’luk seçim baraj sistemi, halkın siyaset yapma hakkına ile siyasal iradesini Meclis’e yansıtma hakkına yönelik gasptır. Bu gasp ise 24 Haziran’da ittifaklarda yer almayan partileri engellemeye yöneliktir.
“Seçim barajı sıfırlanacak” diyen AKP, bırakın “barajı sıfırlamayı”, MHP ve BBP gibi baraj altı kalan partilere, “benimle ittifak yapmazsan baraj altında kalırsın” türünden siyasal pazarlık kozu ve dayatması haline getirdi. AKP’nin halk iradesine kurduğu bu barajlı siyaset tuzağını boşa çıkarmanın yolu var. “Cumhur İttifakı” dışında kalan herkesin amacı 12 Eylül ürünü siyasi partiler kanunu ve seçim barajı sistemini yıkmak olmalıdır. Örneğin ittifak içinde olmayan HDP’ye barajın konulması demokratik değildir ve bunun aşacak stratejilere ve mücadeleye ihtiyaç vardır.

HDP’siz Meclis eksiktir, antidemokratiktir ve milyonlarca seçmenin iradesini gasp edilmesidir. Yani HDP’ye verilen oyların ve çıkaracağı 80 -90 civarındaki milletvekillerinin AKP’ye kayması anlamına gelir ki, bu asla kabul edilemeyecek antidemokratik yaklaşım olur. Bu durum tabii ki AKP’yi güçlü kılar. Buna izin verilmemelidir. HDP’nin 24 Haziran’da barajı aşarak Meclis’e girmesi ve Meclis çoğunluğunun muhalefet lehine kazanılması demokrasi açısından önemlidir. Bunun yaratacağı sinerji ile kararsızların da muhalefet cephesine geçmesi sağlanabilir. Bu tablo ise Erdoğan’ın ikinci turda seçilme şansını zorlaştırabilir. Dolaysıyla tüm toplumsal kesimler dil, din, düşünce, ayrımı yapmaksız Dın, Türk, Kürt, sosyalist, laik ve muhafazakâr herkesin, bu dönemde demokrasi ve halkın iradesini korumak için tarihsel sorumluluk üstlenmesi gerekiyor. Çünkü AKP-MHP-BBP ittifakı Meclis çoğunluğunu garantiye almak için, barajı aşamamış HDP formülüne kafa yoruyor. Buna ne “Millet İttifakı” ne de vicdan sahibi kimse izin vermemelidir.

24 Haziran’da tüm toplumsal kesimler “Cumhur İttifakı” karşısında kazanacak bir umudu örgütleyebilir. Tek adamlığa, mezhepçiliğe, OHAL’e dur diyerek, demokratikleşmeye ve en çok ihtiyacımız olan huzura yol açabilir. Tam da bu nedenle, toplumsal özgüveni yaratacak, demokratik cesareti büyütecek, solun çare olduğunu anlatacak büyük yeni umutlara ve siyasal hikayelere ihtiyacı var. Başka çare de yoktur! Önemli olan tek şey var; memleket için, toplumsal barış ve huzur için, AKP’ye dur demeli…