Ülkenin cumhurbaşkanı, başganı, başbakanı, bilcümle iktidar tanımlarının doldurucusu beyefendi buyurmuş ki, “Siyasi olarak iktidar olmak başka bir şeydir. Sosyal ve kültürel iktidar ise başka bir şeydir. Biz 14 yıldır kesintisiz iktidarız. Ama hâlâ sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var.” (28.05.2017)
Başgan beyefendi ve takipçileri sırf bu zihniyet yüzünden sosyal ve kültürel olarak hep geride kalacak, çünkü ‘kültürel iktidar’ diye bir şey yoktur. Devletin ideolojik aygıtlarına sahip olduğunuz müddetçe politik iktidarınızın kültürel boyutunu dayatabilirsiniz ama kültür denilen olguyu böyle değiştiremezsiniz.

İslamcıların sanatla, özellikle sinemayla ilişkisinde çok ciddi varoluşsal sorunlar var, düşüncelerinde bir adım bile ilerleyememeleri bundan. Mayıs 2012’deki bir yazıda, tâ 1991’de İslamî İlimler Araştırma Vakfı’nda yapılmış bir toplantıdan alıntılar yaparak bu sorunu irdelemeye çalışmıştım (“Orçun Sonat gibi bir günahkarın insanların efendisi Hz. Ebu Bekir rolünü canlandırması mümkün mü? …Bir başka problem, mesela, kafir rolünü canlandırmanın vebali, san’at diye bir sahnede evlilik akdinin ilanı, zevceliğe aldım kabul ettim gibi ifadeler, bu sahnelere binlerce insanın şahit olması.” Rıza İmalathanesi -Pek ibretli güldürüşlü oyun-, BirGün, 05.05.2012) Benim yazımdan beş, söz konusu toplantıdan 26 yıl sonra hâlâ aynı noktadayız. Hem de bu sefer oldukça ‘akademik’ biçimde!

2015’te Siyer Araştırmaları Merkezi adlı dinsel bir kuruluş bünyesinde Hassan bin Sabit Sinema Akademisi adıyla bir eğitim birimi açılmış -neden Arapça ve Türkçe okunuşunda olduğu gibi Hasan değil de İngilizce’deki şekliyle ‘Hassan’ olduğu belirsiz. Bu oluşumun youtube sayfasında yer alan ilk derste Muhammed Emin Yıldırım adlı bir hoca konuşuyor: “Sinema bir tebliğ aracı mıdır? Evet, bir tebliğ aracıdır. Peki tebliğ Müslümanların en önemli vazifesi midir? Evet, en önemli vazifesidir.” (16.03.2015) Buradan hareketle tebliğci İslamcıları sinemaya sahip çıkmaya davet eden, ama sinemayı sadece bir ‘araç’ zanneden Yıldırım’ın şöyle çok ilginç görüşleri de var: “Niye batı bilim-kurgu yapıyor? Hiç düşünüyor musunuz? Geçmişi yok ki! Geleceği konuşacak… Batının geçmişi olmadığı için tarihi konuşamıyor.”
Daha önce var olmayan, şunun şurası birkaç yüzyıl önce birden bire ortaya çıkmış ‘tarihsiz batı’nın ürettiği görüntü teknolojisini kullanan hoca bir saat boyunca İslam’ın kötü algılanmasına yol açan konuların -cariye meselesi, mirasta kadının payı vs.- aslında ne kadar hikmetli şeyler olduğunun filmleştirilmesi gerektiğini anlattıktan sonra sıra sorulara geliyor: “Sinema filmlerinde durumun derinliğini veya müstehcenliği yansıtmak için canlandırılan sahnelerin üstü kapalı gösterilmesi uygun mudur?” Adında ‘sinema’ sözcüğü geçen koooskoca bir ‘akademi’ -hayır, Platon ağlamıyor, gözüne bir şey kaçtı…- kurmuş hocanın cevabı şöyle: ”Gösterilmemesi daha uygundur. ...Mesela Çağrı filminde, biliyorsunuz bir sahnede, işte cahiliye hayatını canlandırmak için, çok afedersiniz, uygunsuz bazı tablolar vardı, dansözler falan filan… Olmasa olmuyor muydu yani?! Orda cahiliyeyi yansıtmak için ille de öyle bir şeye gerek var mı?!”

Diğer bir soru: “Canlandırılan kişilerde aranacak vasıflar nelerdir?“ Cevap: “Hazreti Meryem mesela, biliyorsunuz, o İranlı hanım tarafından rol oynandı, sonra da o kadın başka yerlerde de oynadı, bayağı sıkıntılar oluştu. Öyle olacağına, daha nitelikli oyuncular seçip, belki de sadece o rolde oynatmak… Ya da, bu manada bazı hassasiyetleri koruyan insanları o roller için seçmek… Yani yarın öbür gün dışarıda, hayatın içerisinde o olumsuz hallerini oynadıkları o rol ile çatıştırmayacak insanları tercih etmek…”

Ya, işte böyle… Bu ‘akademi’nin hayallerinin gerçekleştiği bir dünyada şöyle diyaloglara tanıklık edebilirsiniz: “Ne iş yaparsınız?” / “Profesyonel Meryem’im.”
Ama ‘kültürel iktidar’ peşinde koşan bu insanların sinema ve genel olarak sanat alanında neden hiçbir şey yapamayacağını en iyi gösteren şey, dersin bitişine yakın işitilen şu anons olsa gerek: “Salonun fiziki yapısından ötürü tek çıkışımız var. Bundan dolayı, önce beyleri dışarıya alacağız, salon tamamen boşaldığında da hanım kardeşlerimizi dışarıya alacağız.”