Hep kötü senaryolar yazılıyor, referanduma kadar yaşanabilecek felaketler sıralanıyor. Çünkü senaryonun asıl hikâyesi korkutarak evet dedirtmek.

Cesaret mi lazım? Ama herkes cesur olamaz ki… Korkmak insanlık halidir. Korkabiliriz. İyi de, memleketi mezarlığa çevirmek istediklerinde ne yapacağız?

Mezarlıktan geçerken ‘ıslık’ çalacağız! Bu da şimdi bir muhalefet tarzıdır: Islıklar onları tiye alacak… Islık hem metafordur, hem ‘tencere-tava’ gibi sivil itaatsizliktir. Mezarlığı geride bırakabilmek için ıslıkların eşliğinde neşeli, umutlu şarkılar söylenerek Hayır çoğalacak ve bu yüzden bu kez onlar korkacaklar. Zorba oldukları için mizahtan, dalga geçilmekten zaten korkuyorlar, daha da korkacaklar.

Bakın işte, dolar alıp başını giderken epey korkuyor ve çaresizleşiyorlar. Ortadoğu işlerinde ütüldükçe çaresizleşiyorlar. İşte bunlara karşı da tek tek Hayır sıralanacak ve Hayır böyle somutlanarak tek tek anlatılacak.

İşin aslını bilmeyenlere ve gidişatın farkında olmayanlara Hayır’ın manası ısrarla ve sabırla anlatılacak. Gelinen noktada ne yazık ki demokrasiden yana, hatta laiklikten yana tercihi vurgulamak bile yeterli olmuyor. Çünkü artık bunların (iyi-kötü) çerçevesi olabilen Cumhuriyet yıkılıyor.

Referandum, Cumhuriyet yıkılmasın diyenler ile Cumhuriyet yıkılsın diyenler arasında yaşanacak. “Hayır, Cumhuriyet yıkılmasın” diyenler hâlâ çoğunluktur. İşte o çoğunlukla buluşacağız.

Haziran Hareketi’nin çağrısı elbette güzel: “Bu kez birleşeceğiz, bütünleşeceğiz…”

Tabii ki referandum sandığında Cumhuriyet yıkılmasın diye birleşmek ve bütünleşmek yeter. Referandumdan o sonucu almak için daha iddialı birleşmeye bütünleşmeye gerek yok. Bilelim ki bu kadar geniş bir heterojenlikte kalıcı “Biz” duygusu (blok!) yaratılamaz, oysa herkes kolayca “Ben” diyebilir ve “Ben Cumhuriyet’ten yanayım!” diyenler çoğunluktadır.

Zaten bunun farkında olan Diktatörler hep “Sen” diye korkuturlar… Google’a “Sen kimsin ya” diye yazın, bir dolu örnek bulursunuz. Böylece “Siz” deyip bir kesimi topluca karşısına almanın ötesinde o kalabalıkta kim olduğu belirsiz “Sen” diye seslendiğini, yani herkesi “Ben miyim ki” diye korkutmaktır niyeti.

Bu niyet de boşa çıkarılacak. “Hayır” derken, birinci ve ikinci tekil şahıs zamirlerini, Ben ve Sen kelimelerini sıklıkla kullanmaktan geri durmayacağız. Kimi zaman O, “Sen” dedikçe, ona karşı “Sen” diye cevap vereceğiz:

“Hayır, ben seni istemiyorum!” “Hayır, ben Cumhuriyet’in yıkılmasını istemiyorum!”

İşte bu cümle ‘kendisini ifade edemeyenlerin’ ortak duygusudur. Çünkü bu cümleyi AKP’ye oy vermiş ve verecek olanlar, özellikle kadınlar ve gençler belli ki içinden geçirmektedir.

Elbette her sol çevre kendi söylemini ve hedefini anlatabilir, ama bu referandum sürecinde solcunun solcuyu ajite etmesi alışkanlığına son verilmelidir; iflah olmazları zaten gözlerinden ve sözlerinden tanıyabiliyorsak, onlarla laf yarıştırmayı bir kenara bırakıp AKP’ye oy veren (ve hatta verecek olan) tedirginlerle muhabbet etmek, onları ikna etmeye çabalamak başlıca işimiz olsun artık. Bu referandum süreci böylece farklı bir tecrübe biriktirmeye de vesile olsun.

Referandum çalışmalarına başlarken belki de ilk kez yapılacaklar ve asla yapılmaması gerekenler var. Asla yapılmaması gereken şudur: Şimdi Hayır çıkmama ihtimalini konuşmak bile onların işine yarar. (Zaten Hayır için yapılacak çalışma, evet kötü ihtimali gerçek olduktan sonraki dönemde yapılacak çalışmanın da ilk adımları değil mi?)

OHAL koşullarında ve canlı bomba tehdidiyle miting bile yaptırmayacaklar. Belli ki Hayır çalışması yapılanlara uygulanan baskılar şiddetlenerek artacak, devlet ve sermaye imkânlarını, televizyonlarını da tepe tepe kullanacaklar.

Ama fısıltı gazetesini, duvar gazetesini, kulaktan kulağa, ağızdan ağza iletişimi kimse engelleyemez. ‘Başka’ şeyler mutlaka yapılmalı ve yapılacak. Gezi kuşağı gençleri o ‘başka’nın neler olduğunu bulup çıkarmada maharetliler ve onlara güveneceğiz. İnternet ortamı elbette kullanılmalı, ama (işlerine gelmediğinde kesivermeleri bir yana) rehavet tuzağı olduğu da unutulmamalı. Başka? Örneğin Haziran Hareketi’nin başlattığı “elden ele 1 milyon mektup” etkili… Mektup uzun gelir, okunmaz mı? O zaman elden ele 1 milyon kartpostal, sandık için davetiye vb çeşitlemelerle devam edilebilir. Her adrese toplu mektup, kartpostal, davetiye göndererek, her posta kutusuna bunları bırakarak...

12 Mart sonrasında Ecevit efsanesinin öne çıkmasında, seçim kazanmasında dağa taşa ‘Karaoğlan’ yazılmasının da payı büyüktü. Artık nisan ayına kadar görülen ve duyulan her Hayır kelimesiyle neyin kast edildiğini herkes ‘kendiliğinden’ bilecek. Duvarlara, caddelere her yere yazılan Hayır’lar, kesilen seslerimiz olarak haykıracak. Dağ, taş, cadde, sokak her taraf Hayır’a kestiğinde, sözümüz mutlaka duyulacak. Otobüste, metroda, okulda, işyerinde, kahvede, tribünlerde her yerde Hayır konuşulacak ve haykırılacak.

Böylece en önemlisi; tereddüt içinde olanlar, tedirginler, Hayır diyenlerin aslında çoğunlukta olduğunu, her yerde olduğunu her fırsatta görecek ve bilecek… TV ekranlarındaki evetleriyle baş başa kalanlar, Hayır’dan korkacaklar. Baksanıza Twitter’da “hayırlı cumalar” selamından bile vazgeçtiler…

Tek kelimeyi tekrarlayarak, sürekli Hayır çağrısıyla ajitasyon önemli. Ajitasyon eylem çağrısıdır ve o eylem de sandığa gidip Hayır oyu kullanmaktır. Hayır oyu tek başına siyasal teşhirdir.

Öyle bir döneme giriyoruz ki ‘Umut’ kelimesi boynunu büküp kenarda oturmasın. Öyle bir döneme giriyoruz ki “Kazanacağız” cümlesi sonuna mutlaka ünlem alsın. “Sonunda iyiler kazanacak kötüler kaybedecek” diyenlere kimse boş gözlerle bakamasın.

Kötü olmak kolay, kötülük istemek daha kolay. İyi olmak hiç kolay olmadı. İyi kalmak hep zor oldu. İyi kalmaktan, iyi olmaktan vazgeçmeyeceğiz.