Soma katliamının 3. yıldönümünde aynı kare gözlerimizin önünde. Yerkel madenci Kocabıyık’a tekmeyi savuruyor. Madencinin başına gelmeyen kalmıyor ama Yerkel ve ailesi tekmenin mükâfatını alıyor. Eşi iki gün önce ‘istifa’ eden Trt genel müdürü tarafından Trt’ye atanıyor; sonra da Kültür ve Turizm Bakanı’nın danışmanı oluyor. Bugün biraz da o tekmenin hesabını sormadığımız için bu haldeyiz… Çünkü o tekmenin ardında iktidarın kibri ve nefreti saklıydı.

Bir yanda “büyük Türkiye” nidaları bir yanda devlet içi kapışma… Her kritik dönemeçte istikrar ve huzur vaat ederek halktan destek isteyen iktidarın ülkeyi sürüklediği yer iç ve dış politikada sonu gelmeyen bir çatışma ve karamsarlık. Trt’den yüksek yargıya, bürokraside kavganın sıçramadığı tek bir kuytu köşe kalmadı. Ergenekon ve Balyoz davalarında üst düzey askerler Taraf ya da Zaman gazetesinde isimlerinin çıkıp çıkmadığını kontrol eder, adları yoksa bir süreliğine rahat ederlerdi. Şimdilerde aynı korkuyu en alttan en üste tüm devlet kadroları yaşıyor hem de 24 saat. Buna 15 Temmuz sonrası koltuklarına oturanlar da dahil. Tetikçiler değişti, tetikçilik baki kaldı! En dramatik olanı da şundan 6-7 sene önce benzer süreçler yaşayanların şimdilerde hedef gösteren, talimat veren haline gelmesi. Cesaretin bulaşıcı olduğu gibi zehir de bulaşıcı çünkü…


Bildiğimiz devlet
Hâkimin hâkimi tutuklarken tutuklandığı fakat Danıştay Başkanı’nın olup bitenden zerre kadar hicap duymayıp methiyeleriyle cüppesini sımsıkı ‘iliklediği’ günlerdeyiz. Yüksek yargının Saray’a biat ettiği bir ülkede iç hukuka güvenmenin hiçbir somut temeli kalmamıştır. Aynı tespiti diğer devlet kurumları için yapmak mümkün. Daha yeni Hatay’da özel tim polisleri jandarmaya terörist sanarak ateş açtı ve bir ast subay çavuş hayatını kaybetti o çatışmada. Duymadığımız kim bilir daha neler oluyor. Ancak bu manzaraya bakıp “ortada devlet diye bir şey kalmadı” demek politik körlük ya da en hafifinden naiflik. Devlet içindeki kavga ne denli büyük olursa olsun söz konusu cumhuriyetçiler, solcular, Kürtler olduğunda “bildiğimiz gibi işleyen” bir mekanizma var karşımızda. Başbakan, ofisinden 500 metre dahi uzakta olmayan Nuriye ve Semih’in direnişinden habersiz ama ona bağlı polisler sabah akşam Yüksel Caddesi’nde direnişe omuz verenleri gözaltına alıyor. Kendi içinde kavgalı yargı muhalif basına ceza yağdırmak için birbirleriyle yarışıyor.

Bugün “devlet aklı” denilen şey Saray’a sabitlenmiş, sömürüye ve istibdada hayır diyenleri hedef almaya devam ediyor. Devlet krizinin derinleştiği dönemlerde bu saldırıların pervasızca arttığını/artacağını öngörmek de falcılık olmasa gerek. Saldırının böylesine pespaye olduğu bir dönemde birbirimizin gözünde çapak arama, zayıflık alametleri gösterme lüksümüz yok! İşini geri isteyen, bunun için eylem yapan, dayanışma ağlarının bir parçası olan tüm sol ve cumhuriyetçi muhaliflerin çabaları çok ama çok kıymetli. Bunları küçümsemek, yargılamak, elini taşın altına koymadan ahkâm kesmek muktedirin ekmeğine yağ sürer ancak.

21 Mayıs sonrası
İktidar çevreleri gözünü 21 Mayıs’a, Erdoğan’ın AKP’nin başına geçeceği tarihe çevirdi. 16 Nisan sonrasında Saray’ın ilk hamlesi, şaibeli referandum sonuçlarını kabul ettirmekti. CHP’de patlak veren tartışma ve Baykal’ın suyu bulandırması Saray’ın bu süreci atlatmasına yardımcı oldu. İktidar çevreleri referandum defterinin kapandığını düşünüyor ve yeni rejimin inşasında rol almak için tüm kaynaklarını kullanıyorlar.

Erdoğan’ın atacağı adımlar hakkında danışmanlarının yaptığı açıklamalar bir fikir veriyor bizlere. Ekonomik çıkmazın kendi altını oyduğunu fark eden Saray ilk etapta tüm ekonomiyi kendine bağlayacak. Ekonomide Cumhurbaşkanından özerk karar alacak tek bir aktör kalmayacak. Ziraat’tan Halk Bankası ve THY’ye birçok kurumun çok daha önce yapılması gereken genel kurullarını haziran başına ertelemesi bunun kanıtlarından biri.

İktidar bloku, büyük sermayeyi memnun etmek için tüm kamu emek rejimini de ‘reform’ adı altında güvencesizleştirmeyi deneyecek.

Siyasi kulvarda Bahçeli ile ittifak bir müddet dahi sürecek gibi. Bahçeli Erdoğan’a hâlâ muhtaç ve Saray en çok güçsüz müttefikleri seviyor. Bundan sonra Cumhurbaşkanının temel stratejisi MHP’li muhalifler arasındaki rekabeti manipüle edip, 16 Nisan öncesi yakaladıkları rüzgârı durdurmak olacak. CHP içindeki tartışmanın büyümesini sağlayacak hamlelerin gelmesi de muhtemel. Fezlekesi Meclis’e gelen CHP’lileri, Bolu’daki kayyum garabetini düşününce HDP’ye yapılan operasyonun bir basamak altının CHP’ye yönelebileceği kestirilebilir. CHP’nin tek çaresi yüzünü toplumsal muhalefete, emek örgütlerine dönmek; tabandan gelen sese kulak vererek halkın önüne demokratik ve sol bir program ile çıkmak.