Yıl 1996, üniversitenin ilk günü. Derse giriyorum, hemen bir grup arkadaşla tanışıp kaynaşıyoruz. Arkadaşlardan biri akşam kampüste Bulutsuzluk Özlemi konseri olduğunu söylüyor. Derslere girip çıkıyor, ders sonrası konsere kadar vakit geçiyoruz. Sanıyorum görüntüleri sonradan bir klipte de kullanılan bu efsane konser geç saatlere kadar sürüyor. Gece saat üçe doğru eve dönüyorum ki annem pencerede bekliyor. Üniversitedeki ilk günün ve konserin heyecanıyla bir ankesörlü telefon bulup evi aramak aklıma gelmemiş tabii. Büyük bir fırça yiyorum. Annem başıma bir şey geldiğini düşünerek karakola gitmeye hazırlandığını ve haklı olarak bu kadar sorumsuz davranmaya hakkım olmadığını söylüyor. Çünkü sabah evden çıkmışım, gece saat üçte eve dönüyorum ve o güne kadar hiç böyle bir şey yaşanmamış. Ancak artık üniversiteli olduğum için bana karışamayacağını söyleyip üste çıkmaya çalışıyorum. Sonraki 1,5 yıl içinde annem gerçekten de bu geç gelişlerime alışıyor. Sabaha karşı da gelsem, haber vermemiş de olsam eve döndüğümde kendisini rahat rahat uyuyor halde buluyorum. Tam bu özgürlük düzeni oturmuşken başka bir şey oluyor. Ablam kendisine alırken bana da bir cep telefonu hediye alıyor ve 1997’nin sonlarına doğru ilk cep telefonuma sahip oluyorum. Böylece başa dönüyoruz. Neyse ki henüz mobil internet yok, sosyal medya yok. Geç döneceksem “ben geç geleceğim” diye SMS atmak yeterli. SMS pahalı, öyle fazla da atılamadığı için gereksiz mesajlaşmalar neredeyse hiç yok.

NASIL TAKİP EDİLİYORUZ?

Üniversitenin ilk gününden kalan bu anım Belçikalı sanatçı Driees Depoorter’ın “The Follower” (Takipçi) adlı sanat projesiyle ilgili haberi okuyunca aklıma geldi. Sanatçı, gerçek hayatta takip edilmenin ne kadar kolay olduğunu anlatmak için bir proje tasarlamış. Kamusal alanlarda çekilen ve konum etiketine sahip olan Instagram fotoğraflarını alıyor ve yapay zekâ yardımıyla fotoğrafın çekildiği anın halka açık kamera görüntüleriyle eşleştiriyor. Sonuçta Instagram’da paylaşılan fotoğrafın öncesini ve sonrasını çok net bir şekilde görüyorsunuz. Zaten benzer izleme sistemlerinin gözetleme şirketleri ve devletler tarafından kullanıldığını ve eldeki teknolojiyle hiç de zor olmadığını biliyoruz. Ancak insanın kendi Instagram görüntüsünün çekildiği anı, bir başkasının elinde video olarak bu kadar net görmesi endişeyi sembolleştiriyor. Bu yüzden Depoorter’in projesi, teknolojinin kötüye kullanılmasını hatırlatarak, özellikle izlenme korkusu yaşayan kadınlar tarafından endişeyle karşılanmış.

GÜVENDE MİYİZ?

Birkaç hafta önce bu köşede Twitter eski Güvenlik Şefi Peiter Zatko’yu tanıtmış ve nasıl meşru ihbarcı (whistleblower) haline geldiğini anlatmıştım. Zatko, geçen hafta içi, Twitter’ın iç işleyişiyle ilgili iddialarını genişleterek ABD Senatosu Yargı Komitesi önünde de anlattı. Bu duruşmanın en çarpıcı anı, “Şirket içindeki çalışanlar bu odadaki tüm senatörlerin Twitter hesaplarını devralabilir” dediği andı. Zatko, Twitter’daki 7 bin çalışanın yaklaşık yüzde 50’sinin, 400 milyon Twitter kullanıcısının tüm bilgilerine erişimi olduğunu söylüyordu. Zatko, aynı zamanda Twitter’a çalışan olarak sızan devlet ajanlarını engelleme konusunda şirketin hiç istekli olmadığını, Çin’den en az bir ajanın içeride olduğu konusundaki kuvvetli şüpheye rağmen bir şey yapılmadığını, Hindistan’ın ajanlarını içeride çalıştırmak için baskı yaptığını belirtiyordu. Dahası, Zatko, içeride ajan olarak çalışan bir personel konusundaki şüphesini aktardığında “zaten bir tane var, daha fazlası varsa ne olur, biz büyümemize bakalım” şeklinde önemsemeyen bir tavırla karşılaştığını da aktardı. Kaldı ki 2019 yılında iki Twitter çalışanı Suudi Arabistan devletine casusluk yapmakla suçlanmış, bu olay kamuoyunda tepkilere yol açmıştı. Tüm bunların üzerine Twitter DM’lerinin hâlâ uçtan uca şifreleme özelliğine sahip olmadığını hatırlatayım. Çok kritik bir anda, bir Twitter çalışanının önemli bir devlet adamının, gazetecinin veya herhangi bir etkileyici hesabını ele geçirip paylaşım yapma olasılığını da atlamayalım. Bu hiçbirimizin güvende olmadığını gösterir ama bir yandan da çoğumuz bu sosyal bağlantılara mecburuz.

UBER VE YEMEKSEPETİ

Twitter ile ilgili bu veri güvenliği riskleri yeterince sinir bozucu değilmiş gibi aynı hafta içerisinde Uber’in de hacklendiği açıklandı. 18 yaşında olduğunu açıklayan hacker, şirketin siber güvenlik önlemlerinin zayıflığına dikkat çekiyor ve Uber sürücülerinin daha fazla ücret alması gerektiği sosyal mesajını veriyordu. Mesaj güzel tabii ama bu durum kullanıcıların bütün yolculuk bilgilerinin ve adreslerinin ele geçirilmesi anlamına gelebilirdi. Hatırlanacak olursa, ülkemizde de Yemeksepeti, hacklenerek 21,5 milyondan fazla kişinin bilgilerini kaptırmış ve son olarak KVKK bu veri ihlali nedeniyle şirkete 1 milyon 900 bin lira ceza kesmişti.

Veri bilinci ve farkındalığının çok yerleşik olmadığı bir geçiş dönemindeyiz. Kaldı ki her şeyin farkında olsak bile günümüzde dijital bir iz bırakmadan adım atmak mümkün değil. Tecrit halinde yaşamayacağımıza göre de bu endişeye mecburuz. Sorun şu ki, teknoloji geliştikçe bu endişe artıyor. Teknoloji koşarken, düzenlemeler emekleyerek onu takip ediyor. Evet, hayatımızın ‘konforu’ görülmedik biçimde artıyor ama bunun bedeli de var. Hiçbir zaman eskisi kadar özgür olmayacağız ve görülen o ki güvenliğimizle ilgili eskisinden çok daha endişeli olmaya devam edeceğiz. Bu endişeyle ancak çok kapsamlı bir veri bilinci farkındalığı ve koruma hareketi oluşturup, kurumları baskı altına alarak mücadele edebiliriz.