Temkinli iyimserlikten temkinli kötümserliğe sert bir geçiş yaşadık. Gidişatın kötü olduğu, her şeyin berbatlaştığı bir noktada kötümser olmak için sebep çok. Ama hiçbir şeyin bitmediği, pes etmeyeceğimiz bilindiğinde kötümserlik bakımından da temkinli olmak lazım elbette.

Canları istediklerinde muhalifleri hapse atıyorlar. Medyanın yüzde doksanı ellerinde. Askeriyenin arkalarında olduğunu düşünüyorlar. Polis emirlerinde. Sermayenin de desteğine sahipler. Halk desteği? Sandıkta (ve hatta sokakta silahlı güçleriyle) “gördünüz işte” diyorlar. Yani memleketi yönetmek için bütün imkânlara sahipler. Adeta bir savaş hükümeti olarak kendileri dışında herkesle savaşarak kendi tarzlarıyla yönetiyorlar, bir yönetim krizi yok yani.

Yönetim krizi yok ama başka kriz yok mu? Çünkü ekonomik krizden bile değil iflastan söz ediliyor. “Tamam, ekonomik kriz patlasın ve bunlar gitsin” diye mi beklenecek? Veya yerel seçimlerde hezimete uğramaları? Niye uğrasınlar ki, bildik yoldan yine kazanırlar! Demokrasi sandıktan (muhalif için de sandukadan) ibaret sayılmıyor mu zaten?

Tahliller muhtelif: Seçmene kızmak, kötümser olmak, kendimize mazeret bulmak, yeni umutlara sığınmak, bile bile ladese gelmiş olmak…

İyi de eğer hileyle kazandılarsa; bunların hile yapacağını biliyordun, “hileye rağmen kazanırım, hilesine de engel olurum” diye seçime girdin, kaybettin. Sandık demokrasisiyle yetinip yoksullarla sadece seçim döneminde ilişki kurarsan, AKP seçim dışı dönemde mahallede ve cami avlusunda sürekli onlarla iç içeyken sen hep dışarıda kalırsan, fiili demokrasi zeminlerini küçümsersen hep kaybedersin. Niye şaşırıyorsun ki?

Şimdi yapılması gereken tahlil bir durum tespitidir, zaten bildiklerimizin bir kısmının altının çizilmesidir: Memleketin en az yüzde 65’i dindar ve milliyetçi bir hegemonya altında ve buna rıza gösteriyorlar, bir kısmı da zaten suç ortaklığı halinde. Bu durum doğrudan siyasi İslamcılığa tekabül etmiyor ama bu rızadan elbette yararlanıyor.

“Seçimle gelmediler seçimle gitmezler” kestirme bir tespit, gerçi işin başında öyle ezici bir çoğunlukla seçilmemişlerdi, bugüne dek seçimle gitmeyeceklerini de her yoldan ispatladılar. 16 yıl önce yüzde 32 oyla geldiler (aslında net yüzde 25), iktidara yapıştılar, her türlü ittifak ve katakulliyle kurumsallaştılar. Peki, 1920’lerde ortaya bir sandık koyup “padişah gitsin mi gitmesin mi” diye ‘seçmene’ sorulsaydı, sizce sonuç ne olurdu?

Saray’ın iktidar bloku, yani çelişkili ve zoraki hâkim ittifak, demokrasi isteyenler karşısında faşist bir ittifak olarak ilerliyor, şimdi kazanımlarını korumak için belli bir süre kendi iç çelişkilerini bırakıp hasımlarıyla olan çelişkileri sertleştirecekler ve zorbalıkları artacak. Burada ironik durum, tek adamın yine faşizm ortaklığıyla buçuk adam Bahçeli koalisyonuna mecbur kalması. Bir buçuk iktidar yani. Bahçeli ve MHP, tıpkı bir zamanlar The Cemaat’in yaptığı gibi bir süre rejimin şekillenmesine damgasını vurmaya çalışacak. Tek adamın gücünü paylaşması iyi bir şey mi? Kötünün başka çeşidi elbette ve asıl iktidarın hâlâ Erdoğan’da olduğu bir çeşit. Üstelik Cemaat koalisyonu ardından daha tecrübeli ve külyutmaz olacağı da beklenmeli. Yine de çelişkili ve zoraki hâkim ittifak güncel bir gerçekliktir.

Saray’ın karşısındaki çelişkili ve zoraki muhalefet ittifakında ise iç çelişkiler ertelenecek mi veya ittifak bozulacak mı şimdiden bir şey söylenemez. Ama ortada parlamento kalmadığından ne işe yarayacağı da bilinmez. Sıradan bir başkanlık rejimi değil, siyasal İslamcı bir rejim altındayız. Neyse ki toplumun yarısı hâlâ itiraz edebiliyor.

İnce Muharrem, adeta ‘Abdi Ağa’ Erdoğan karşısında ‘İnce Memed’ rolünü üstlenmek istemişti. Ama yok öyle bir şey. O tek adamı ‘İnce Muharrem’ tek başına indirmeyecekti, toplumun çoğunluğu indirecekti. Muhalefet genel olarak “hele bugünler geçsin de...” deyip durdu, o günler geçip geride kaldı. Şimdi ne olacak?

Bu durumda eşitlik ve özgürlük vurgusuyla, sol söylemiyle, laiklik savunuculuğuyla, Kürt’e Kürt diyebilen ve emek ekseninden vazgeçmeyen ve demokrasiyi “söz yetki ve karar halka” diye tarif eden ve sınıfsal zeminde yükselen bir muhalif Halk İttifakına ihtiyaç var.

Çünkü kendisinin yüzde 50’den fazla olduğunu iddia eden Saray ittifakının gözünü diktiği toplam yüzde 65’in rızası hakikati karşısında farklı ikinci Türkiye hakikati de ortada duruyor. Gelecek bakımından genç ve şehirli bir Türkiye çoğalıyor. Marifet her iki Türkiye’nin de yoksul sınıflarının rızasını alabilmek. Öyleyse bizim işimiz özgürlük, eşitlik ve laiklik doğrultusunda; dindarlık ve milliyetçilik kıskacındaki o yüzde 65’i başka bir Türkiye’ye kazanmak.

Demokrasinin her türünün yok sayıldığı bir rejimde, fiili demokrasiden başka bir imkân yok. Bu sahte ve hileye dayalı ‘demokrasi’ (!) ile toplum değişmez! Öyleyse önce şimdiki ‘demokrasi’ dedikleri şeyi değiştirmek, demokrasi adına dayattıkları seçimcilik tarzıyla yetinmeyip (halkın meclisleşmesini esas alan) fiili demokrasi imkânları yaratmak, unutulmaması gereken ilk husustur. “Aman seçmen kazanalım” deyince, akla gelen ilk kurnazlık “yüzde 65 dindar ve milliyetçi var” mazeretiyle yine milliyetçi ve İslamcı söylemlerle seçmen ‘kafalamak’ çabası oluyor. Ama bunları zaten işin erbabı yıllardır hakkını vererek yapıyor. Demek ki fiili demokrasi zeminlerinde yoksul Müslümanlar ile seküler, din dışı sınıfsal zemindeki ilişkileri kurabilmekten başka imkân ve çare de yok.

Muktedirlerin nizamlarına uymayan bir gayri nizami muhalefet çizgisinde ‘parlamento dışı muhalefet’ o imkânı ve çareyi yaratacaktır. Halkın meclisleşmesini hedefleyen Birleşik Haziran Hareketi gibi örgütlenme tarz ve imkânlarının kıymeti bu son tecrübeler ardından daha fazla bilinecektir. Kaldı ki ortada etkili bir parlamento varmış ve kalmış gibi tahlil ve tercih yapmak artık düpedüz saçmalamaktır.

Elde var bir. Seçim sonucu devrimci muhalefette bir travma yaratmayacak, çünkü beklenmeyen bir şey değildi, hiç kimse köşesine çekilmeyecek. Karanlıkta da görürüz, karanlıkta da buluruz yolumuzu. Tüm ülke zindan olmuşsa, mahpuslar çoğunluktadır ve özgürlüklerinden vazgeçmeyecektir ve faşizme mahkûmiyeti kabul etmeyecektir. Biz tamam diyene kadar hiçbir şey bitmiş sayılmaz. 16 yıldır zenciydik, şimdi Kunta Kinte olduk ve köleler tarihte ilk isyan edenlerdir.

• • •

Bu arada Bahçeli “Kilit parti olduk” dedi ya…

Bir gün Recep ile Devlet bir uçurum kenarında yürümektedirler. Recep’in sandığı birden uçuruma düşer. Recep bağırmaya başlar:

-Ulaa Devlet bavul uçuruma düşti daaa.

Devlet cevap verir:

-Bağurma daa anahtaru bendedur.