İzninizle bu haftaki Köşe Vuruşu’nu sıra dışı bir hüzne, yürek parçalayan bir mağduriyete ayırmak istiyorum. Dün sabaha kadar bu hüzünden habersiz çok affedersiniz mal gibi yaşıyordum. Parmak arası terliğimle mutluydum; kâh ayağıma geçirip bakkala gidiyor, kâh plajlarda geçirdiğimiz mutlu günleri anımsıyordum. Ortopedikti üstelik, kalıp gibi ayağıma oturuyordu. Bir terlik ne kadar olabiliyorsa o kadar rahattı. Doğrusu iyi de para vermiştim. Kendi kültürüne yabancılaşmışlığın hakkını vermek için de Almanya’lardan almıştım. Rahmetli anneannem, bir terliğe o kadar para verdiğimi duysa, terlikle kovalardı. Sonra ne olduysa o yazıyla karşılaştım. Ansızın Proust’un madlen kurabiyelerinin kokusu misali, tak tuk tak tuk takunya sesleriyle kayıp zamana yürüdüm. Gözlerime yaşlar hücum etti. Haşmet Babaoğlu beni aşil topuğumdan vurmuştu. Takunyanın taklaya getirilişini şöyle anlatıyordu:

“Takunya üzerinden ve “yobazlar” yaftasının arkasına saklanarak yapılan propaganda öyle Müslümanların ibadet ve temizlik geleneklerini işaret ettikleri gerçeğini gizlediler. Sonunda el işi canım takunyalar bile gözümüze korkunç görünmeye başlamıştı. O iğrenç, kaygan, yapışkan plastik terliklerin (hele bir de markalıysa) şahane sayıldığı günlere geliverdik.”

Hepsi annemin suçu

Bugüne kadar hiç fark etmediğim bir hoyratlıktı bu. 1980’li yılların boğucu atmosferinde çocuk kontenjanından gittiğim kadınlara açık (haftada iki gün) Eskişehir’deki Erden Hamamı’nda (artık olmadığı için reklama girmez) terk ettiğim takunyalar düştü aklıma. Anneannem pazardan özene bezene almıştı ama çok ağırlardı, cılız çocuk bedenimle sık sık takunyanın kendisine takılıp düştüğümden olacak hamamda unuttuğumuza ve kaybolmalarına hiç üzülmemiştim. Haşmet Babaoğlu’nun takunyadan girip Kanada’nın yakışıklı başbakanına duyulan hayranlığı yermekten çıktığı o muhteşem yazı olmasaydı; hâlâ bu korkunç kadir kıymet bilmezliğimin, kahrolası elitistliğimin farkında olmayacaktım. Kesin CeHaPe zihniyetine sahip ebeveyenlerimin hatasıydı bu. Unutulan takunyalarımın yerine hemen Mexico 86 logolu plastik bir terlik alan annem baş darbeciydi. Beni takunyalarına duyarsız bir birey olarak yetiştirmekte beis görmemişti. Ben, hayatı boyunca bir karıncayı incitmemiş Ümit Alan, bir takunyanın kalbini kırmış ve dönüp arkama bakmamıştım bile.

Evet diyenlerin yaşadığı büyük linç

Bu sıra dışı mağduriyetin şokunu atlatmadan başka bir gazetede Markar Esayan’ın yazısına yakalandım. Bu acımasız muhalefetlerin ülkesinde “evet” diyen sanatçılar ve sporcular linç ediliyordu. Her biri milyonlarca dolar servete sahip olsa da biraz daha kendilerini sağlama almak istemiş ve bunca mütevazı bir istek için lince uğramışlardı. Hapse atılmamışlardı, işsiz kalmamışlardı, gözaltına alınıp korkutulmamışlardı. Lâkin çok daha büyük bir baskıyla karşı karşıya kalmışlardı. Sosyal medyada aşağılanmış, eleştirilmiş belki biraz da hakarete uğramışlardı. Bu nasıl büyük bir linçti? Esayan çok haklı olarak hatırlatıyordu: Bu linçten ABD’li sanatçı Lindsay Lohan bile nasibini almıştı. Hapiste bir kitap bile verilmeyen Ahmet Şık’ın, doğru dürüst bir iddianame bile olmadan aylardır tutuklu bulunan Cumhuriyet ekibinin yaşadığı ‘plastik mağduriyet’ bir tarafta, sosyal medyada haklarında caps yapılarak korkunç şekilde linç edilen sanatçılar ve sporcular öte taraftaydı.

Türkiye bu derin mağduriyetlerle yüzleşmeden ne gazeteciliğinden hayır gelir, ne de demokrasisinden. Örneğin; herkes bir yerlerde unuttuğu takunyalarına iade-i itibar yaparak geçmişi onarmaya başlayabilir. Eğer bir gün Türkiye’de “mağduriyet” müzesi açılırsa o müzenin en güzel köşesinde “el işi canım takunyalar” sergilenmeli. Bu korkunç mağduriyeti hatırlatan Haşmet Babaoğlu da Kanada Başbakanı Justin Trudeau’dan daha yakışıklı bence yani ondan daha yakışıklı değilse de karizmatik, en azından takunyası var. Tamam mı?