Neye baksan, nereye dönsen telmaşa kuşatmasındayız, bozuk yani, çürük, nefret aşılayan, sağı solu tehdit eden, yarattıkları canavarlar yetmiyormuş gibi sürekli yenilerini üreten, Cumhuriyet’in en temel, olmazsa olmazlarından laikliğe göz diken, demokratik değil emir-komuta düzeninde işleyen, sözüm ona ‘sivil’ bir idarenin yönetemediği bir yerde...

Tırışkadan telmaşa

Çingene kavminin yeryüzüne armağanları saymakla bitmez. Benim de onlara hayranlığım, saymak ne kelime, hiç durmadan söylesem bitmez! Sizin de böyle düşündüğünüze hiç kuşkum yok. Hatta bana kalırsa, insanların en hayırlısı da çingenelerdir. Nedeni var mı be? Bir çingeneler, iki göçmenler, göçebeler, bir de ezilen, sömürülen halklar. Biraz coğrafi kimlik siyaseti gibi oldu ama dünya da biraz böyle olmadı mı Alla’sen? İşte bu üç, millet mi halk mı yoksa dünyanın yersizleri yurtsuzları mı, her neyse, onların üstüne de başkalarını tanımam! Kimi kanıyla övünür kimi diniyle, kimi milletiyle övünür kimi mezhebiyle, Siz çingenelerin bunların hiçbiriyle övündüğünü gördünüz mü? Övünülecek şeyler midir yani bunlar? Karacoğlan Efendimiz ne buyurmuşlar, “üryan geldim yine üryan giderim/ölmemeye elde fermanım mı var?” Demek ki bazılarının var, fermanzadelerin yani! Olsun, dünya onlara kalsın! Biz “İşte geldik gidiyoruz/şen olasın Halep şehri” der, geçer gideriz, Ama Halep’e de, Şam’a da, Bağdat’a da, emperyalistlerle iş tutup kötülük etmeyiz!

Dünyaya kazık mı çakacaksın, üç günlük dünya, geçicilik...İyi de sözüm ona bunları bizden daha iyi bilen ve kendilerini inançlı, dini bütün filan diye niteleyenlerin şu dünya telaşına bir bakın a dostlar! İktidar kavgasından makam hırsına, mal mülk yığmaktan dahasını kapmaya arsızlık, işgal, yalan, değerleri dünya malıyla ölçme, ne ararsan var bunlarda, derde devadan gayrı!

Bizim Adnan Özer’in “Tırışkadan Nağmeler” şiiri gibi oldu, güzel şiirdir, Adnan okuyunca muhteşem olur! Eh bir de Trakya’da dinleyeydik muhteşemden de büyüğü olurdu ama onun adını bilemedim! “Yıldıztabya kahveler/Tırışkadan nağmeler!” Sonra tırışkadan teyyare var, tırışkadan işler var, çok tırışka şeyler var! Tırışka da ne demek demezsiniz herhalde, Türkiye’de yaşadığımıza göre, bazı şeyleri bilmemiz icab eder değil mi! Yine de yazayım, belki kökenini merak eden çıkar, nerden gelmiş, kimlerdenmiş, ne işi varmış diye sual eden olur!

Tırışka, işe yaramaz, yararsız kişi, düşünce, eylem demek. Dandik. Kökeniyse ilginç, Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde ‘hafif ve oynak rüzgâr’ olarak ‘Fırışka’ diye geçiyormuş, onun da aslı ‘fresco.’ Telmaşa ise zemberekli mekanik saatlerin maşa denen parçasının telden yapılmış gibi ince ve dayanıksız olanı. Ucuz saatlerde kullanılır, onarımı olmazmış, saatçiler o saati at derlermiş! Sahte, dandirik, çakma. En doğru karşılığı çakma, bu nereden diye soracak olursanız, yaratıcı tekstilci esnafımızdan o da. Üretip ucuza sattıkları ünlü yabancı markaların taklitlerine ‘çakma’ demişler vaktiyle. Yani eski TDK(Türk Dil Kurumu) olsa bu denli doğru, yerinde, anlamlı ve metaforik bir sözcük türetemezdi! Niye çakma peki? Ürettikleri sözgelimi taklit tişörtlerin üstüne markayı ‘çakıyor’lar da ondan! Çaktınız mı?

Tırışkadan Telmaşa ise T harfinden bir terim, kavram, deyim, tanım ararken ortaya çıktı, yani ben de bir nev’i çakma bir iş yapmış oldum, belki de çalma sayılır! İki sözcüğü birbirine çattım, ortaya bu çıktı. İkisi de birbirinden dandik sizin anlayacağınız!

Üfürükten teyyare de diyorlar, telmaşa, çakma da üfürükten sayılır. Daha başka ne sözcükler vardır kim bilir, Hulki Aktunç’un Büyük Argo Sözlüğü’nü açsam, bu yazı o kavramlar, deyimlerle dolar taşar. Belki başka dillerde de vardır buna benzer, hemen hepsi de aynı anlama gelen, aynı yapıları, tipleri temsil eden sözcükler de, bizdekinin bana ilginç gelmesi şundan biraz da: Bu sözcüklerin çoğu eskiden kalma değil, bünye üretir gibi toplum türetiyor bunları! Niye acaba diye sormak pek mi abes olur?

Ben sordum ben yanıtlamaya çalışayım öyleyse. Uzun zamandır Türkiye faunasında biyolojik çeşitlilik giderek azalırken pek çok hayvan türünün tehdit altında olduğu, kaybolduğu, bitki florasında daralma yaşandığı ve deniz canlılarının da bir bir ortadan yok olduğu, ormanların yerine yollar, yapılar, köprüler yapıldığı, doğanın kelleştiği, kuraklığın sürekli hale geldiği, su kaynaklarının tükendiği bir sır değil. Dünyada da yaşanıyor, Türkiye’de de. Kuşkusuz çevre bilincinin yüksek olduğu ülkelerde daha yavaş seyrediyor, bizdeyse malumunuz, Kazdağları’ndan İkizdere’ye, dağlarını, vadilerini, ormanlarını, yani yaşamlarını savunanlar terörist ve marjinal ilan ediliyor. Rize halkının yanıtı çok esaslıydı, biz marjinal değil orijinaliz dediler, ama kim anlar kim dinler?

Bunu niye yazıyorum? Bu da soru mu? Niye yazmıyorum demem gerek aslında! En bencilinden başlayım yanıtın, onlar olmazsa biz de olmayız çünkü! Hayvanlar ve bitkiler olmazsa yaşam olur mu? Olmaz ama işte tam da orada bir sorun daha var. Onların azalmasını umursamayan insan faunası, florası, çeşitliliği de azalıyor dünyada ve memlekette! Yani kurtuluş yok tek başına!

Şu anda T harfinden ‘Tırışkadan Telmaşa’yı yazdığım bu dizi, Z maddesiyle bitecek. Bu yazıyla birlikte 6 yazı sonra yani. 29 tip ve karakter yazısı, güzün ya da kışın Yüzeysel adıyla kitap olarak yayımlanacak. Sona yaklaştıkça biraz zorlanmaya başladım. Hangi başlık altında yazsam sanki aynı insanları anlatıyormuşum gibime geliyor! Ben bunu daha önce okudum deriz ya öyle, ben bunu daha önce yazdım diyorum kendime. Bakıyorum, yazmamışım, ama insanlar artık öyle aynılaşmışlar ki bir karakter için yazdığın diğerine de cuk oturuyor!

Yukarıda benzer anlama gelen sözcük ve kavramları yazdım ya, bu aslında iki şeyi gösteriyor bence. İlki üçkâğıt, fırsatçılık, gücü gücü yetene, altta kalanın canı çıksın anlayışının yaygınlaştığını, gerici ve faşist kafaların ‘değerler eğitimi’ de böyle oluyor demek ki, ikincisi de herkesin bu anlayışları herhalde ‘Yeni Türkiye’de yaşamanın gereği sayıp bir nev’i ‘organize işler’ mantığıyla ‘tırışkadan telmaşa’ya sardığını! Al birini vur ötekine! Öte yandan da bu tırışkadan işler, telmaşalar çoğaldıkça lügati de çeşitlenip çoğalıyor, yani farklılıklar azalırken, adları, tanımları artıyor!

Tekçi ve çoğulcu değil çoğunlukçu rejimin isteği doğrultusunda, birörnek insanlar, benzer davranışlar, tepkiler veren tek tip bir toplum olduk. Sürü bağışıklığı kazanmayı beklerken, sürüsüne bereket diyebileceğimiz, Allah sürüsüne bağışlasın, nur topu gibi kaynaşmış bir kitle haline geldik!

Ne yesem yarıyor denildiği gibi ben de ne desem, ne yazsam hep aynı yere çıkıyor, aynı kişiyi tarif ediyormuşum gibime geliyor! Tırışkadan akraba telmaşalar olduk! Tiplerimiz de benzemeye başladı işin kötüsü, yalnız karakterlerimiz değil! Telmaşa Çağı mı desek uygarlığı mı bilemedim, ikisi de olur. Eh ideolojilerin sonu gelmedi ama uygarlıkların sonu da belki de budur!

Faşizmin, ırkçılığın, gericiliğin, yabancı düşmanlığının kol gezdiği, diktatörlerin kurtarıcı gibi başa getirildiği, demokrasi mi o da ne diyenlerin arttığı, şaka gibi hiç değil, cehennem gibi bir dünyadan bizim memleket de elbette payını ziyadesiyle alacaktı, aldı da! Bizde eksiği yok, fazlası var, maalesef bir de dinbaz denen cambazlar var! Cumhuriyete söven, dillerinden bal damlayacağına küfür, hakaret damlayan sözüm ona din adamları var, onların ağzına bakanlar var. Bu işler de şurda burda değil ha, memleketi yönetenlerin huzurunda oluyor!

Her şeyin tırışkadan olduğu, âliminin ulemasının telmaşa olduğu bu toplulukta, evet Ece Ayhan toplum demez, ‘kötülük topluluğu’ derdi, bu kötülükler bataklığında, evet tırışkadan telmaşa şöyle şöyle tiplere denir yazmanın bir anlamı var mı? Yok! Neye baksan, nereye dönsen telmaşa kuşatmasındayız, bozuk yani, çürük, nefret aşılayan, sağı solu tehdit eden, yarattıkları canavarlar yetmiyormuş gibi sürekli yenilerini üreten, Cumhuriyet’in en temel, olmazsa olmazlarından laikliğe göz diken, demokratik değil emir-komuta düzeninde işleyen, sözüm ona ‘sivil’ bir idarenin yönetemediği bir yerde...

Çingene kavminin dediği gibi tırışkadan olur yazı da! (bakınız: işbu yazı!)