Egemen syasetin ve dinin çok yönlü bir toplumsal köleleştirme saldırısıyla karşı karşıyayız. Ve halk devlet, egemen siyaset ve din eliyle sürdürülen, ideolojik, teolojik ve milliyetçilik üzerinden aptallaştırılıp siyasetin ve dinin modern kölesi haline getiriliyor. Siyasal aptallaştırmaya ve köleleştirmeye itiraz edip AKP’nin ve egemenlerin bu köleleştirme oyununu bozmak isteyenlerin payına ise “çapulcu” olmak düşüyor.

AKP iktidarı devletin tüm ideolojik, yargı, ekonomik ve şiddet aygıtlarıyla halkın üstüne üstüne geliyor. Genel seçimler öncesi ve sonrası süreç bunun açık hava laboratuvarı gibiydi. Halk ise bir tür kobay olarak, bu açık hava laboratuvarında egemenlerin siyasal ve toplumsal mühendislik hedeflerine köle ediliyor. Kör ve köle taraftar en iyi siyasal taraftar oluyor. Soru soran, eleştirel düşünen ve sorgulayan “kamu düzenini bozan yaramaz çocuk” olacağını öğütlüyorlar.

Güce, paraya, menfaate ve iktidarın günahlarına teslim olanlar, seçim sonuçlarını ve olası bir koalisyonun nasıl olmasına dair analizler yaparken, halkın taleplerine, ihtiyaçlarına yanıt üretmek ve AKP’nin 13 yıllık lanetli yıllarında birikmiş günahlarıyla hesaplaşmak yerine, sermayenin, egemenlerin ve AKP’li rejimin lehine argüman kataloğu üretiyor. Siyasal özgürleşme olmadan, siyasal alan demokratikleşmeden 12 Eylül hukuku içindeki “koalisyon” arayışlarına teslim olanlar, siyasal köleleşmeye çanak tutuyorlar.

Seçimde halk AKP’ye ve siyasi yasaklara kırmızı kart göstermiştir. Devletli suç örgütü olan AKP’den, halka hesap vermesi ve siyasal alanın özgürleşmesi gerektiğine dair mesaj vermiştir. Bu mesajın üstü AKP’ye koalisyon tipi sarı kart ya da yeşil kart gösterilerek örtülemez. Bu olsa olsa AKP’nin 13 yıllık birikmiş suç ve günahlarına ortaklık anlamı taşır.

Halkın bu eğilimine tercüman olan HAZİRAN hareketi tüm Türkiye’de meydanlara çıkarak, TOMA ve biber gazı saldırılarının kuşatması altında “halkın iktidardan düşürdüğü AKP, hiçbir koşulda koalisyon ortağı yapılıp iktidara taşınmamalı, AKP bir suç örgütüdür ve işlediği bütün suçlardan dolayı halka hesap vermeli, yargılanmalıdır” mesajını vermiştir.

HAZİRAN halkın “görülmemiş hesap kalmasın” mesajını verirken, aynı saatlerde AKP 17 Aralık operasyonu rüşvet skandalında gözaltına alınan, Rıza Sarraf’a ödül veriyordu.

Demokrasi, adalet ve laiklik istiyoruz“ diyen HAZİRAN’a TOMA ve biber gazını reva gören AKP suç örgütü, tekbir eşliğinde hilafet çağrısı yaparak “Hilafet isteriz” diyen Hizb-ut Tahrir örgütünün güvenliğini sağlıyor.

Halk AKP ile köklü bir hesaplaşma istiyor. Siyasetin demokratikleşmesini ve özgürleşmesini istiyor. Bunun üstünü örtmeye dönük argüman üretim sürecinde sırıtan çaresizlik, satılmışlık, kişiliksizlik ve zavallılık figürleri TV ekranlarına, gazete köşelerine sinmiş halde kendini ele veriyor.

Akademinin ve bilimsel araştırma şirketlerinin ahlakı ve ilkeleri ayaklar altında sürünüyor. Banka hesaplarına düşen meblağlar oranında suçları ve hakikatleri örten akademik ve entelektüel analizler ve gevezelikler, iktidar ve egemenler lehine toplumu aptallaştırmaya ve siyasetin modern köleleri haline getirmekte “kusur” etmiyorlar. Onlar zaten her dönemin adamlarıydı. Ortak özellikleri Osmanlı Şeyhülislamı gibi padişahların günahlarını, ahlaksızlıklarını, vicdansızlıklarını ve adaletsizliklerini örten, modern fetvalar vererek meşruluk kazandırmaya çalışıyorlar.

Halkın hakikatleri görmesini engelleyecek her türlü çirkin ve ahlaksız kalemleriyle, dilleriyle, hangi argüman varsa aklın ve kalbin gözüne perde olarak çekmeye çalışıyorlar.

Görmemeyi öğütlüyorlar. Görenlerin gözlerini almayı, kalemlerini kırmayı ya da bedenlerini demir parmaklıkların arkasına tıkmayı seviyorlar.

Halkın siyasete katılımın yollarını dar edenler, hırsızlığın, yolsuzluğun ve rüşvetin yoluna kırmızı halı seriyorlar.

Halkın salak yerine konulduğu, 12 Eylül hukukuyla sınırlı siyasi koalisyon ambalajları içinde çıkan yalanlar pazarlanarak da demokratikleşme gerçekleşmez.

1926 yılında son bulduğu sanılan kölelik, zamanın yeni siyasal ve dinsel kölelik haline dönüştürüldüğünden, halkları ve emekçileri egemenlerin siyasal ve dinsel köleliğinden kurtarmadan, ne adalet, ne özgürlük, ne barış, ne demokrasi var olacaktır.