Erdoğan, partisinin Kayseri İl Kongresi’nde Fransız Cumhurbaşkanı Macron’u ağır sözlerle eleştirdi ve akabinde Fransız hükümeti Türkiye Büyükelçisi’ni “istişarelerde bulunmak üzere” Fransa’ya geri çağırdı. Bu şüphesiz Erdoğan’ın fevri bir çıkışı olmasının çok ötesinde, başka ülkeler ve liderleri bağlamında sıkça tekrarlanan bir iktidar taktiği. İçeride yaşanan ekonomik sorunların kaynağını “dünyaya kafa tutmaya” bağlayan ve böylece iktidarın kemik tabanını bir süreliğine teselli eden ancak son tahlilde götürüsü getirisinden fazla olan bir taktik bu. Üstelik muhatapları nezdinde inandırıcılığını da günden güne yitiriyor.

İktidarın muhalefete yönelik böl-parçala-birbirine düşür taktiği de büyük bir süratle devam ediyor. İnce’nin yola çıkışını ekranlarından canlı veren, Altan Tan’ın HDP eleştirilerini manşete çıkaran iktidar medyası, geçen hafta da İyi Parti’de Özdağ’ın fitilini ateşlediği tartışmayı gündemin ilk sırasında tuttu. İktidar sözcülerinin tartışmaya balıklama atlaması ve parti içi çekişmeyi körüklemesi rastlantı değildi. Zira yerel seçim sürecinden başarıyla çıkan ve oylarını arttıran İyi Parti hem iktidar kanadı tarafından hem de muhalefet açısından hızla kilit aktör konumuna yerleştirildi.

AKP-MHP blokuna alternatif arayan liberal sağ eğilimler İyi Parti’yi merkez sağın temsilcisi olmaya doğru iterken partideki küskün ülkücüler doktriner milliyetçi yanı ağır basan bir konumda kalmak için ısrar ediyor. Bir yanda hukukun üstünlüğü, haklar ve özgürlükler derken bir yanda bozkurt işaretleri, otağ ziyaretleri objektiflere yansıyor. Partide şahsi beklentileri tatmin edilmeyen kimi isimler ise kameralar önünde kavga ederek iktidarın değirmenine su taşıyor. İyi Parti’nin kendisine biçilen “oyun kurucu” role ideolojik ve örgütsel olarak hazırlıklı olmaması ona yönelik operasyonlar için iktidara elverişli bir zemin sunuyor.

Tüm risklerine rağmen İyi Parti’nin odağında olduğu merkez sağın restorasyonu projesine CHP yönetimi ikna olmuş gibi duruyor. CHP yerel seçimler öncesinde dikkat çeken muhalefet blokunun stratejisini belirleyen aktör olma özelliğini tamamen terk etmese de İyi Parti’nin, bilhassa da Akşener’in görünür olmasını yeğliyor. Bu tercihin arkasında iki kabulleniş var. İlki sağ seçmenin niceliksel olarak üstün olduğu tezi, ikincisi ise muhalefette yer alan yeni sağ partilerin bu sayede “demokrasi ittifakı” içinde tutulabileceği varsayımı.

Kurtuluşun merkez sağda olduğu iddiası popülerlik kazandıkça Babacan’ın ve Davutoğlu’nun da sesi daha çok duyulur hale geliyor. Her ikisi de iktidar ortağı MHP’ye yönelik sert eleştiriler dile getiriyorlar. Üstelik Erdoğan’a karşı defansta olma halinden de adım adım uzaklaşıyorlar. Ancak Babacan’ın CHP ve İyi Parti ile kurduğu ilişkide Davutoğlu’ndan daha avantajlı olduğu bir gerçek. Seçime doğru Deva ve Gelecek partilerinin kendi oy potansiyellerinden çok daha yüksek bir pazarlık payına ulaşabileceklerini tahmin etmek zor değil.

İktidar bloku ve muhalefet, iç dizilişlerinde hizayı tutturmak ya da karşı tarafın hizasını bozmak için hamleler yapadursun gözden kaçırdıkları bir dizi gerçek var. İktidar zannediyor ki muhalefetteki fay hatlarını harekete geçirirse sandık zaferini garantiye alır. İnce “Memleket Hareketi” başlatıyor seviniyorlar, Sarıgül parti kuracak deniyor ellerini ovuşturuyorlar, İyi Parti’de biri birini FETÖ’cü ilan ediyor şevke geliyorlar. Ancak bu heyecan boşuna…

Kendi elleriyle getirdikleri bu sistemde işler başka türlü yürüyor. Muhalefet ne denli parçalanırsa parçalansın iktidarın ümit ettiği sonuç ortaya çıkmıyor.

Çünkü muhalefetin herhangi bir bileşenine kendini yakın hisseden bir seçmen şu konjonktürde sandığa küsmez ya da gidip AKP-MHP adayına oy atmaz.


Muhalefetin en büyük yanılgısı ise parlamenter sisteme “pürüzsüz” dönülebileceğini ve merkez siyasetin ihyasının toplumsal beklentileri karşılayabileceğini zannetmesi. Halbuki toplumun talepleri ve cesareti kurumsal siyasetin çizdiği sınırların çok ötesinde. Bunun için uzağa gitmeye gerek yok. Bakanların sosyal medya mesajlarının altına yazılanlara ya da AK gençliğin “sen kimsin?” videosu altındaki eleştirel yorumlara bakmak yeterli.

2013 Haziran’ında çok duyduğumuz bir söz vardı, korku eşiği aşıldı deniyordu. Bombalar, katliamlar, ölümler sonrasında OHAL ve KHK’ler o aşılan eşiği geri getirmişti. Bugün ise açlık, yoksulluk, işsizlik, geleceksizlik girdabında hapsolan milyonlar bir kez daha korku eşiğini aşıyor. Madencisinden esnafına, gencinden emeklisine herkes cesaretle ve ısrarla sahici bir düzen değişikliği istiyor. Siyasetin bu gerçeği görmesinin ve ona göre adım atmasının zamanı geldi.