Necdet Oral’ın “Türkiye’de Tarım Nasıl Çökertildi?” başlıklı kitabı ile henüz tanışmıştım. Kitap tarımsal üretimdeki değişimi anlamlandırmanın ön koşulu olarak emperyalizm ve kapitalizme vurgu yapması açısından dikkate alınması gereken bir çerçeve sunuyor. Bunu, dünyadan ve Türkiye’den tarım politikalarına bakarak yapıyor olması, kitaba tarım ve kır çalışmaları için önemli bir kaynak işlevi de kazandırıyor. O nedenle bugünkü yazıda kitap hakkında biraz detaylı bilgi vermek istiyorum.

Kitap, Oral’ın BirGün gazetesinde yayımlanan yazılarından oluşuyor. Yazılar çiftçilerin tarımdan kopma sebeplerini, tarlaların boş kalmasını, meraların hayvansızlaşmasını, üretimin durmasını ve ithalatın daha kârlı hale geliş sürecini sorunsallaştırıyor. Oral bunu yaparken, gıda ve tarımın küresel tekellerin eline geçirilişinin izini sürüyor. Bu anlamda, Türkiye’de tarımsal üretim ve istihdamda gerçekleşen çöküşün ilk adımını 1980’de başlayan üçüncü küreselleşme dalgasına bağlıyor. Başka bir deyişle tarımsal çöküşün başlangıcını Türkiye’nin IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlara teslim edilmesine dayandırıyor. Bu politikanın ardılı olarak 1990’lı yıllarda tarımda korumacı politikalardan vazgeçildiğine ve ardından 2000’li yıllarda uygulama sürecinin hız kazanmasıyla bugün itibariyle tarımın çökertildiği tespitine varabileceğimiz yapılandırmaları gösteriyor. Böylece hafızamızı da tazeleyen bir izlek oluşturuyor.

Beş bölümden oluşan kitabın Dünyada ve Türkiye'de Tarım Politikaları başlıklı ilk bölümünde Oral öncelikle emperyalizmin ve çokuluslu şirketlerin dünyanın farklı yerlerinde tarımsal üretime etkilerini değerlendiriyor. Bu anlamda kapitalist-emperyalist sistemin çiftçileri nasıl yoksullaştırdığını, topraksızlaştırdığını; çevreyi nasıl tahrip ettiğini ve insanları nasıl açlık sorunuyla baş başa bıraktığını ortaya koyuyor. Bu bölümde aynı zamanda Türkiye’deki tarımsal tahribatın bir bilançosunu sunuyor. GDO'lu tarım, ithalata bağımlılık, ekolojik afetler, ekonomik kriz gibi gelişmelerin sebep ve sonuçlarını oldukça ayrıntılı biçimde değerlendiriyor.

Tarım Girdileri başlıklı ikinci bölümde ise toprak ve tohum gibi tarımın temel öğelerinin piyasa mantığına tabi tutularak çiftçiye maliyeti artırılmış biçimde dönüşünü sorunsallaştırıyor. Bunu yaparken girdi fiyatlarındaki artışın bir sonucu olarak küçük üreticiliğin artan şekilde tasfiye edildiğinin altını çiziyor. Ayrıca çiftçilerin borçlandırılmasına neden olan bu politikaların yanı sıra devlet desteğinin de giderek azaldığını vurguluyor.

Bitkisel Üretim başlıklı üçüncü ve Hayvansal Üretim başlıklı dördüncü bölümde ise tarımsal üretimdeki dönüşümü farklı ürün grupları üzerindeki etkisiyle ele alıyor. İthalattaki artış, girdi fiyatlarındaki artış, devletin piyasayı regüle edici olmaktan çıkması, sözleşmeli üretim, gümrük vergisi indirimleri, tarım arazilerinin amaç dışı kullanımı gibi tarım politikalarının buğday, çay, ayçiçeği, tütün, şekerpancarı, soğan, patates gibi farklı ürünleri üretenlere ve tüketenlere etkileriyle değerlendirip bu alana dair çözüm önerileri sunuyor.

Oral kitabın Tarımda Örgütlenme Zamanı başlıklı son bölümünde mevcut tarım politikalarının çiftçiliğin tasfiyesini ve şirket egemenliğini hızlandırmasının toplumu yoksullaştırıcı, güvencesizleştirici ve işçileştirici etkilerine dikkat çekerek “küresel tarım-gıda sistemini şirketlerin kontrolünden çıkartarak, gıdayı gerçek sahiplerine, onu üreten ve tüketenlere yani halka verme” mücadelesi olarak gıda egemenliği mücadelesine çağırıyor.

Oral’ın kitabı tarım politikalarının geleceği için dikkate alınması gereken örnekler içeriyor. Elbette her şeyden önce kitabın başlığında da vurguladığı tarımın çökertildiği gerçeğini ilan etmek gerekli görünüyor.