Hiç kendimize konduramadık. Hep başka yerleri referans gösterdik ve hep korktuk:
Aman Malezyalaşıyoruz! Aman Lübnanlaşıyoruz! Aman aman Suriyeleşiyoruz! Aman, şimdi de İsrailleşiyoruz!
Ama bir türlü Türkiyeleşemedik!
Türkiyeleşmek? Aslında bütün yaşadıklarımızın adıdır, kendimizi hiç başka yerde aramayalım. Malezya’daki ‘gibi’ İslamlaşma, Lübnan’daki ‘gibi’ iç savaş, Suriye’deki ‘gibi’ kan revan içinde parçalanma ve nihayet yeniden “ihtiyacımızın olduğunu kabul etmemiz lazım” dedikleri bir İsrail ‘gibi’ İsrailleşme aramayalım. Mış-gibi yapmayalım.
Üstelik mesela Sur’da şimdi düpedüz Filistin karşısındaki ‘İsrail tarzı’ var ve ‘gibisi’ yok, çünkü aynen öyle…
Peki, Hitler ‘gibi’ başkanlık? Gibi’si yine fazla… Yanlış anlama yok, çünkü canlı yayında gözümüze baka baka söyledi: “Hitler Almanya’sı da başkanlık sistemiydi ve orada üniter yapı korunuyordu.”
Hitler Almanya’sı da bir hedefse ve artık Malezya, Lübnan filan bir yana gidişat böyle devam ederse, gelecekte başka bir ülke karıştığında oradakiler de muhtemelen Türkiyeleşme tehlikesinden söz edecekler…
Teorik olarak başkanlık ile eyalet (özerklik) birbirlerini tamamlar. Ama teorik olarak! Hatta birkaç yıl önce “AKP özerklik verip başkanlığı alacak” tartışmaları yapılırdı. Ama politik olarak! Bizler ise bu memlekette politik ve pratik olarak başkanlık ile diktatörlüğün eş anlamlı olduğunu biliyorduk, biliyoruz. Şimdi yeni Anayasa ile taçlandırılacakmış. Ve yine biliyoruz ki gündemde aslında anayasa tartışması da yok, fiili başkanlık/diktatörlük uygulamasının kurumsallaştırılması var.
Dayatılan tartışmada laik Beyaz Türkler ‘out’ ve İslamcı Ak Türkler ‘in’ olunca, ‘tartışma’ da “ha beyaz demişsin ha ak” minvalinde sürüyor. Alışverişten sonra mescide giden AVM’li beyaz/ak Türklerin sözcüsü Ahmet Hakan ile Hitler’i referans gösteren Şahsı aynılaştıran ortak kimlik kurgulanıyor.
Ve gündemde fiili başkanlık karşısında fiili özerklik var. Şimdi özyönetim (2011’de ‘ilan’ edildiği söylenen ve ilerleme kaydedilmeyen ‘özerklik’ gibi) ilan mı edildi, yoksa sadece “tartışılsın” mı deniyor, belli değil… Gerçi DTK Eş Başkanı Hatip Dicle, yayınladıkları deklarasyonun devlete bir teklif olduğunu söyledi ve “İlla biz böyle karar aldık uyacaksınız, gerisi kıyamettir demiyoruz. Kürtler bu teklifle bir barış eli uzattılar” dedi.
Özerklik tartışması elbette sol cenahta da yürütülüyor. BirGün yazarı Hüseyin Aygün “Metnin içerdiği kategoriler, sınıflar ve siyasal ideolojilerden uzak, soyut inanç, din, kültür vb. kategorilerdir” tespitini yaptı. Ergin Yıldızoğlu “Deklarasyon, Kürt sorununu demokratik özerkliğin çözeceğini söylüyor. ‘Kürt sorunu’ tam olarak tanımlanmadığı sürece bu saptamanın anlamlandırılması zor” diye yazmıştı. Gerçekten de Kürt sorununun tanımı değişti. Türkiye’deki Kürt milli meselesinden değil Ortadoğu’daki Kürdistan meselesinden söz edildiğinde çözüm biçimleri de değişir elbette… Kürt siyasetçiler çözümü ‘radikal demokrasi’ çerçevesinde gördüklerini vurguluyorlar, sınıf ekseni yok tabii ki…
Şimdi çözüm kıstası Rojava… Çünkü orası bir konjonktür olgusuydu, benzer konjonktürün benzer sonuçlar doğuracağı düşünülüyor olabilir ama her zaman öyle olmayabilir de… Ayrıca Rojava yanı sıra Barzani seçeneği de var ve küresel/bölgesel güçlerin nihai tercihleri olabilme kapasitesini sürdürüyor. Bu minvalde Alper Taş, geçenlerde attığı bir tweette “Bir çelişkiye işaret etmek istiyorum. Bağımsızlık isteyen Barzani ile kanka olanlar Özyönetim isteyen Kürtlerle savaşıyor” demişti.
Geçen hafta Ankara’da Redaksiyon Dergisi’nin ‘kurucu fikirler’ sempozyumuna katıldım. Egemenler Anayasa’yı, yani kendi kurucu fikirlerini tartışırken bizlerin de kendi kurucu fikirlerimizi ortaya koyabilmemiz iyi denk düştü. Bizim cenahtaki fikirlerin kurucu olabilmesi, ancak direnirken tartışmakla mümkün…
Tam da bu nedenle Gezi direnişi, bir nostalji olmamalı. Şunu hiç unutmuyoruz: Kürt direnişi ile Gezi direnişi hem birbirini tamamlar hem kimi zaman kopuşlar yaşayarak kendi mecralarında akarlar.
Rojava bir çözümdür, Kürdistanlaşma bir tercihtir.
2013 Haziran isyanlarında dile getirilen türden bir Türkiyeleşme özlemi ise mesela ÖDP’nin 2006’daki programında da vardı. Ve bu özlemler arasında sosyalizm mücadelesinde emekçi sınıflar eksenindeki ‘meclisler’ üzerinde yükselen ‘özyönetim’ anlayışı bugün de güncelliğini koruyor.
İşte bu kurucu fikirlerimizi yeniden üretebildiğimiz takdirde, ‘Türkiyeleşmek’ bir tehlike olmaktan çıkacak ve başka mazlumlar da Türkiyeleşmeyi model alabilecek…