“15 temmuz gecesi bütün Türkiye için ağladık; şimdi ise, kitlesel mağduriyetlere ağlıyoruz...” sözleri, Demokrasi ve Özgürlükler için Avrupa Yargıçları Başkanı Bayan Gaborau’nun; Avrupa Parlamentosu’nda yapılan dünkü “Türkiye ve Hukuk Devleti” oturumunda.
İnsan hakları uzmanı ve savunucularından önce ve ayrı olarak konuşan AB Bakan yrd. Ali Şahin, birçok sorunun muhatabı oldu: sadece, OHAL rejiminde tanık olunan kitlesel hak ihlalleri ile ilgili değil, Yunanistan Avrupa vekilinin gündeme getirdiği Lozan’ın Cumhurbaşkanınca sorgulanmasından duyulan rahatsızlığa kadar. (Lozan, ölüm cezasını geri getirme söyleminin de ötesinde, üstelik Suriye sınırında karşı karşıya bulunulan vahim sorunlar ortamında, tam bir ‘kendi kalesine gol atmak’ atmak misali. Soru ve yanıtı, bunu bütün açıklığıyla ortaya koydu).

Milat, 15 Temmuz değil...
Kitlesel işten çıkarmalar, göz altı ve tutuklamalar bağlamında burada da konuştuğumuz sorun ve uygulamalar öne çıkmış olsa da, etkili başvuru hakkı, adil yargılanma hakkı, savunma hakları, kısacası “hukuk hakkı” ihlal ve mağduriyetleri, soruların merkezinde yer aldı. Habeas corpus ilkesinin sistematik ihlalinden terör örgütü tanımının ne denli fazla geniş tutulduğuna kadar Türkiye’nin güncel yakıcı sorunlarını dillendirdi Avrupa vekilleri.
Diğer birçok sorun arasında; sadece Hükümet’ten yana olan örgüt ve derneklerin Devlet yardımından yararlandığı da ifade edildi.
Bu arada, hak ihlallerinin 15 Temmuz sonrasının değil, son yılların önemli sorunu olduğu dillendirilerek, anayasasızlaştırma bağlamında geçmişe yönelik sorgulama yapılmadı değil... Ne var ki, din özgürlüğünün kötüye kullanımı ve laiklik ilkesinin ihlaline ilişkin görüşler, biraz gölgede kaldı...
AB ve Avrupa Konseyi ne yapabilir?
Haliyle, bugünden yarına, hukuk devletine dönüş için ‘Avrupa ne yapabilir?’ sorusu üzerine odaklanıldı. Gerek Avrupa Konseyi gerekse AB, Türkiye halkının çıkarı için neler yapabilir? Bir ‘gözetim sistemi’ oluşturma gereğine yönelik arayışlar da öne çıktı...

Kuşkusuz, sorun içeride ve dikkatleri buna çekmek gerekiyordu:
Siyasal ve demokratik açıdan;
AK Parti, ‘tarikat’la ittifak yaparken, muhalefeti hiç dinlememişti; diğerleri arasında, ‘anayasal devrim’ olarak sunulan 2010 değişiklikleri tipik örnek. Şimdi, zaman zaman özeleştiri yaparak anayasa ve hukuk dışı uygulamaları kabul ediyor; bu yönde önlemler almaya çalışıyor. Ne var ki, Türkiye’nin içinde bulunduğu olağanüstü koşulları geride bırakması, muhalefetin eleştiri ve önerilerini dinlemesi ölçüsünde mümkün... 15 Temmuz öncesi, demokrasinin çoğunlukçu özelliği, AKP tarafından mutlak olarak anlaşıldı ve uygulandı; bundan böyle çoğulcu yönünü de görmesi ölçüsünde demokrasiden söz edilebilir (...)
Hukuk açısından;
15 Temmuz darbe girişiminin bir kez daha yaşanmaması konuya üç aşamalı yaklaşımı gerekli kılar:
-15 Temmuz öncesini iyi tahlil etmek: Bunların başında Cemaat’ın din özgürlüğünü kötüye kullanarak, Hükümet’in ise, dini politikaya alet ederek, Anayasa’nın çifte ihlali gelmekte...
-15 Temmuzu 16 Temmuza bağlayan gece yaşananları unutmamak,
-16 ve 20 Temmuz sonrası uygulamaların hukuk ve anayasa çerçevesinde cereyan edip etmediğini iyi gözlemlemek. Doğru, OHAL, Anayasal çerçevede ilan edildi:“anayasal düzeni şiddet yoluyla ortadan kaldırmak“, gerekçesi oldu. Ne var ki, KHK’ler yoluyla uygulama, ilan gerekçesini aşmakta: öçlülülük ilkesi, konuları ve geleceğe yönelik kalıcı etki yaratan düzenlemeler, bunların başında gelmekte.
Türkiye ve Hukuk Devleti
‘Hukuk devleti ve Türkiye’ oturumu nasıl değerlendirilmeli? Kuşkusuz, parlamenterlerin katılımıyla gerçekleştirilen genel toplantı şeklinde düzenlenmesi, bilgilendirici. Fakat, farklı toplantılar arasında belli bir zaman dilimine sıkıştırılmış olması, ‘yasak savma‘ algısı yaratmadı değil... Ne var ki, oturum öncesi, AB Bakanlığı’nın Brüksel’de sadece 5 görevlisinin bulunduğunu öğrendiğimde, Bakan yardımcısına yönelttiğim soruya, ‘bürokratik oligarşi’ gerekçesi ile verdiği yanıt ile, tartışmalarda Ankara adına verilen yanıtlar arasında paralellik yok değildi...
Bu gözlemler, AB-Türkiye ilişkileri açısından; ilişkilerin, bir üyelik perspektifinden çok şu veya bu biçimde sürdürülmesi üzerinde örtülü mutabakat şeklinde de okunabilir.
Bu nedenle, oturuma, AB-Türkiye ilişkilerinin geliştirilerek Türkiye’de hukuk devleti ve demokrasiye dönülmesi bakış açısı değil, ‘bu konularda Türkiye’ye nasıl yardımcı olabiliriz’ görüşü damgasını vurdu.
Kuşkusuz, bunları hak etmiyor Türkiye’nin kazanımları...