Gandi’ninki Tuz Yürüyüşü diye biliniyordu, Kılıçdaroğlu’nunki Tuz Koktu Yürüyüşü’dür.

Adalet’in vicdanlardaki kokuşmayı önleyecek bir tuz işlevi varsa, Adalet deyince artık hissedilen kesif kokuşma tuzun da koktuğunun ispatıdır.

Şurası bir gerçek: İnsanlarımız uzun süredir şehirlerde sokak eylemlerinden uzak duruyordu. Şimdi uzak şehirlerarası yollarda eyleme olan mesafe kısalıyor. Çok güzel.

Herkes için adalet ve herkes için özgürlük şimdi eş anlamlıdır… Bir nebze bile adalet olunca herkes özgürleşmeyecek ama özgürlük arayışı önündeki engeller azalacaktır. Çok güzel.

Yürüyüş, yola çıkmaktır, seferberliktir, böylece muhalefet için bir seferberlik, hareket halinde kalmaktır. Bir ‘Yolcu’ olarak şunu da söylemem lazım. Yürümek önemlidir, ama Yol daha da önemlidir, yoldan şaşmamak, yoldaşlıktır. Muhalefetin yoldaşlığı, zalimlere karşı bir arada oluştur. Çok güzel.

Bu arada AKP bir mevzi daha kaybetti. Neydi o? Beraber yürüdük bu yollarda! Şimdi muhalifler, beraber yürümek için kendi yollarına koyuldular. Çok güzel.

‘Adalet’ ve Kalkınma Partisi, Adalet Yürüyüşü’nü, derhal Kalkışma olarak algıladı. Bilinir ki adalet, bazen, eşitsizliğin savunulduğu ortamlarda bir telafi kavramı olarak da kullanılır. Malum, AKP zihniyetine göre eşitlik ve adalet aynı şey değildir. Bu köşede yeri gelindiğince hatırlatılmıştır: Onlara göre, eşitlik ‘iki şeyin her yönden denk olması’ndan ibarettir ve bu da imkânsızdır. Sermaye karşısında emekçi sınıfların hakları, sömüren karşısında sömürülenlerin talepleri, kadın ve erkek söz konusu olduğunda da eşitlik imkânsızdır. Onların fıtratında eşitlik değil ‘kısas’ esastır! Ama işlerine gelmediğinde şeriat adaletini (!) bile görmezden gelirler.

Adalet deyince, artık elinde terazi tutan adalet tanrıçası heykeli de gelmiyor akla, “tezekten terazinin boktan olur dirhemi” noktasındayız. İşler boktan, yani affedersiniz, ‘şey’ demeliydim. Adalet Bakanlığı da çoktandır Tuz Koktu Bakanlığı gibi bir şey. Adalet makinesinin çarkları bir yandan da hâkimleri ve savcıları tutuklayarak öğütmekle, hapishanelerde yer açmakla meşgul.

Diyorlar ki bu işler AKP’de ikinci Gezi tedirginliği yaratmış. Ama AKP zaten hep tedirgin değil mi? Uçan kuştan, Katar’dan her bir şeyden nem kapıyor, telaşlanıyor, telaşlandıkça hatalarını çoğaltıyor. Şimdi de mesela Enis Berberoğlu’nu cezaevine koymak, kendi ayağına kurşun sıkmak değil mi?

Berberoğlu, MİT aracılığıyla Suriye’deki cihatçı gruplara silah ve malzeme sevk edildiği iddiasının delili olan görüntüleri sağlayan haber kaynağı olmakla suçlanıyor. Ama aynı zamanda bu suçlama ve cezayla böyle bir işin hakikaten ‘olduğu’ da mahkeme kararıyla kayda geçmiş oluyor! Ve daha da vahimi (!) tam da Katar’a yöneltilen ‘terörü finanse etme’ suçlaması esnasında Berberoğlu’nu cezaevine koyması, yani o delilleri kabul ederek suçlama konusu yapması Türkiye’nin de o ‘uluslararası savaş suçuna delillerini’ kabul etmesi olarak anlaşılıyor. Suçluluğun telaşı deyip geçemiyoruz, çünkü yandaş kalemşorlar “Katar’dan sonra bir tık ötesi Türkiye’ye mi” diye alarm zillerine basıp duruyorlar.

(Son bir nokta bu yürüyüşün hedefine mutlaka varmasının önemi hakkında. Çünkü, şu ya da bu gerekçeyle geri adım atılırsa, Kılıçdaroğlu’nun asla veremeyeceği son hesap olur, elbette CHP yönetiminin de. Yaşanan şu güzellikler ise CHP yönetimiyle ilgili eleştirilerimizi iptal etmiyor elbette. Ama şimdi, en azından yürüyüş bitene kadar, parantez içine alıyoruz ve son kararlarını destekleyerek devamını bekliyoruz.)

Ve AKP Genel Başkanı da bu konuda nihayet konuştu. Ona da, tehdit anlamı taşımayan şöyle bir cevap verilebilir:

“Ve yargı yarın eğer sizi de bir yerlere davet ederse şaşmayın.”