Arkadaşım Oktay elindeki gazeteyi uzatıp “Baksana şuna” dedi... Ulaştırma Bakanı İstanbul Metro’sundaki M harflerini U yapacakmış. Ben haberin detaylarını okurken Oktay “Vay be” deyip durdu. Konu gülünç ama ben başka bir şeye takıldım. Her nedense bu anın aynısını bir kez daha yaşamışım gibi geliyor. Oktay geçmişte bana bir kez daha gazete uzatıp bir haber göstermişti, hatta tıpkı şimdi olduğu gibi, ben haberi okurken “Vay be” diyordu. Ama ne zaman? Gösterdiği haber neydi? O anla ilgili birçok detay anımsıyorum ama bütüne ulaşmaya çabaladıkça hafızam dağılıyor. Dur bakalım, çözeceğiz bu işi. Anımsamadan bu yazı bitmeyecek.

***


Hafızamız bize oyunlar yapan yaramaz bir çocuğa benzer. 31 Mart 2019 yerel seçimi sonrası İstanbul seçiminin tekrarlanması nedeniyle bugün hepimiz bir hafıza sorunu yaşıyoruz. 31 Mart’a kadar olan seçim süreciyle, 23 Haziran 2019’da yapılan ikinci seçime kadar geçen süreci neredeyse herkes birbirine karıştırıyor. Mart sonrası yaşanan olayların çoğunu, 31 Mart öncesinde yaşanmış zannediyoruz. Oysa arada büyük farklılıklar var.

Örneğin “Her şey çok güzel olacak”... Bu slogan 31 Mart öncesinde yoktu. 31 Mart’tan 36 gün sonra YSK seçimi iptal edip psikolojik harbi bir üst seviyeye taşıyınca slogan kendiliğinden sokaktan türedi. 1998 yapımı “Her şey çok güzel olacak” filmi, toplumsal bunalım dönemlerinde dipten doğan bir umut sözü yaratmış oldu. 2001 ekonomik krizinden sonra Bülent Ecevit bu sloganı kullandı, Aziz Yıldırım hapse atılınca Fenerbahçe taraftarları kullandı. Üstüne Athena aynı adlı bir şarkı yazınca sözün unutulmaz bir melodisi de oldu.

***

31 Mart öncesinde İstanbul’daki seçmenlerin büyük bir bölümü İstanbul’un AKP’den alınamayacağını düşünüyordu. 31 Mart öncesinde ülke genelinde seçim yapılıyordu ve herkes doğal olarak öncelikle kendi seçim bölgesiyle ilgiliydi. Hatta İstanbul’da bile birçok seçmenin gözünde yaşadığı ilçedeki seçim, büyükşehirdeki “sonucu belli” seçimden daha önemliydi. İmamoğlu’nun sosyal medya takip sayıları bile çok düşüktü.

Ülke geneli tüm kampanyalarımız içinde İBB 31 Mart kampanyası zayıf olanlardan biriydi. 2014’de HDP ve “Erdoğan’ı reddeden milliyetçiler” aynı desteği verseler, bugün başarısızlık timsali olarak damgalanan Sarıgül bile İmamoğlu’ndan daha fazla oy alabilirdi. 31 Mart seçimleri İstanbul CHP örgütünün disiplini ve Ekrem İmamoğlu’nun bireysel performansıyla kıl payı kazanılabildi.

***

Ne olduysa 31 Mart’tan sonra oldu. Diğer seçim bölgelerinde seçim bittiğinden, tekrarlanan İstanbul seçimleri ülkenin gündemine oturdu. Ülke genelinde AKP çoğunluk olduğu için, tüm Türkiye’den göç alan İstanbul’da ibre AKP’nin lehineydi. Şimdi AKP en iyi bildiği şeyle, “hemşeri dernekleriyle” bir araya gelip, musluğu sonuna kadar açarak oy farkını kolayca kapatabilirdi.

Ama olmadı. Koşullar kâğıt üzerinde elverişli olmasına rağmen AKP ikinci seçimde ezile ezile tarihi bir yenilgi aldı. Parti örgütleri aynı, adaylar aynı, değişen ne?

***

Bunun nedenlerini kitaplarımda uzun uzun anlattım. En büyük nedenlerden biri kampanyanın ilk kez sloganı ve şarkısıyla gerçek bir kampanyaya dönüşmesi olabilir. Her nedense ısrarla öne çıkartılmak istenen “İmamoğlu”’nun, gençler inisiyatif aldıkça “Ekrem Abi”ye dönüşmesi olabilir. “Ekrem Abi”nin kollarını sıvaması, tartışmalarda mükemmel performans tutturması, yüzünü her zaman onu sevmeyen (çünkü sevmemesi emredilmiş) geniş halk kitlelerine çevirmesi; “radikal sevgi” ilkelerinin beden bulmuş hali gibi davranması olabilir.

Ama bir neden daha var: AKP’deki “patron sevindi” hastalığı... Bir şirketin başında sert bir patron varsa, yönetim kurulundaki herkes patronu sevindirme telaşına girer ve ortamlarda artist artist takılan CEO’lar, CEFO’lar filan patronu mutlu etme telaşında cücelere dönüşür. Otoriter patronların olduğu tüm şirketlerde geçerli olan bu kural Türkiye’nin en büyük şirketinde niye geçerli olmasın?


***

Seçimden sonra AKP’nin ödüllü iletişimcileri “Teşekkürler İstanbul” diye Binali Yıldırım ve Erdoğan’ın olduğu afişlerle şehri doldurdu. Böyle bir “algı oyunu” veya “ters mıknatıslama” ile seçmeni kafalamak çocuk oyuncağıydı. Büyükçekmece’de evleri bastılar ve hayatında polisle muhabbeti olmamış vatandaşları korkutup tüm İstanbul’a bir mesaj vermeye çalıştılar. Ordu’da yüzbinlerce vatandaşın uğurlamaya geldiği, milyonlarca kişinin oyunu almış İmamoğlu’na kıçı kırık bir VIP salonunu açmadılar ki, küçük düşsün ve halk onu aşağılasın. Yandaş medyanın sübvanse muhabirleri en “algı yönetimsel” açıyla İmamoğlu pozu çekmek için bel fıtığı oldular. Hepsi bir cin fikirle “patronu sevindirme” ve aferin alma telaşındaydı.

Ve tüm bu çabalarıyla İmamoğlu’na bir güzel hizmet ettiler. Evdeki algı oyunu, sokağa uymadı. Halkın önemli bir kısmı gördüklerinden tiksindi. Sadece kararsızlar sandığa gitmekle kalmadı, 31 Mart’ta AKP’ye oy vermiş seçmenin bile bir kısmı CHP’ye oy verdi. Ekrem İmamoğlu’nun tarihin en yüksek oyuyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmasının önemli bir nedeni AKP’deki acar ekiplerin böylesi patetik çabalarıydı.

***

Bu nedenle Ulaştırma Bakanımız Sayın Adil Karaismailoğlu’na en kalbi duygularımla açık bir teşekkür ediyorum. Aynen böyle devam et Sayın Adil...
İstanbullular silme keriz çünkü. Hiçbirinde “Ulan bu şehri 25 yıl yönettiniz, o zaman neden metroları ayrıştırmadınız? O zaman neden yol üstü ilan panolarında sadece İBB duyuruları olurdu?” diyecek akıl yok. Adil Bey, patronu sevindirme yarışına bu hızla devam edin. Her çabanızla İmamoğlu’nun cebine bir iki puan koyuyorsunuz. Allah sizi başımızdan eksik etmesin. Önümüzde seçimler var, lütfen frene basmayın...

Gece uyandım ve günlerdir aklımı kurcalayan ‘dejavu’nun sırrını çözdüm. Doksanların sonu, Oktay yanımda gazete okuyor. Metronun açılışı haberi. Tayyip Erdoğan açılışa Nurettin Sözen’i çağırmış, kurdeleyi beraberce kesiyorlar. Oktay “Vay be” diyor, “Allah’ın yobazı derdik ama adamdaki zarafete bak.”
Erdoğan bir zamanlar metro açılışlarına selefini davet ederek “Vay be” dedirtiyordu, şimdi halefinin yönettiği metronun harfiyle uğraşıyor. Vay be.