Ulusal basında 1937: Dersim ve idamların öyküsü
Fotoğraf: Evrensel

Dersim’e dair tartışmaların odaklandığı en kritik dönem 1937/38 yıllarıdır. Resmi belgelere göre on binlerce insanın katledilmiş ya da sürgün edilmiş olması, bu dönem üzerine politik polemikleri daima canlı tutmuştur. Süreci anlayabilmek için incelenebilir kaynaklardan birsi de dönemin ulusal basınıdır. Zira 1937’de çıkan gazeteler, Dersim’le oldukça ilgili görünmekte ve sistemin politikalarına dair önemli ipuçları vermektedir.

Türkiye’de 1930’lu yılların ulusal basını bir tür resmi basın sayılabilir. Gerek basın kurumlarının işleme biçimlerini düzenleyen yasalar, gerekse basınla siyasal yönetim arasındaki organik ilişkiler, dönemin belli başlı gazetelerini adeta “resmi gazete” heline getirmiştir. Hatta resmi belgelerde bulunamayan bazı bilgi ve belgelere bu gazetelerde tesadüf etmek de mümkündür. 1937 yılı ulusal basınının, Dersim’e dair haberler yönünden tarandığında daha çok Haziran/Temmuz ve Ekim/Kasım ayları olmak üzere iki döneme odaklandığı görülür. Kuşkusuz bunun spesifik nedenleri vardır. Birinci neden hükümetin, 4 Mayıs 1937’de aldığı askeri müdahale kararıdır ve takip eden aylarda etkileri izlenebilmiştir. Ekim/Kasım ayları ise Seyit Rıza ve altı Dersimli kanaat önderinin Elazığ’da yargılanması ve idam edilmeleri nedeniyle önemlidir.

ASKERİ MÜDAHALENİN GÜCÜ VE GERİLİMLERİ

Ulusal basındaki haberlerden birisi, Dersim’e gönderilen asker sayısına ilişkindir. 16 Haziran 1937 tarihli Son Telgraf gazetesi “harekâta iştirak eden kuvvetlerimiz 25.000 askerdir” diye yazmıştır. Habere göre karadan sürdürülen harekat, havadan da desteklenmiştir. Nitekim aynı haberde Sabiha Gökçen’in Seyit Rıza’nın evini bombaladığı yazılıdır. Aynı gazetenin 20 Haziran tarihli bir haberine göre “Başbakan İsmet İnönü o gün Tunceli’dedir. Kendileri temdin sahası ve harekâtını yakından tetkik buyuracak, halkla temas yapacak, ıslah programının tatbiki etrafında icabına göre yeni direktifler vereceklerdir.” Aynı gazete 21 Haziran’da ise “Başvekilin Tunceli sahasını tamam ile dolaştığını; Kızıl ve Beyaz dağlarda kıtaatı teftiş ettiğini” yazmıştır. Gazete daha o günlerde “Çemberin dışında kalan bütün Tunceli havalisinde asayiş mükemmeldir, halk işi gücü ile meşguldür” diye de ayrı bir bilgi vermiştir.

Gazetelerin dikkat çekici haberleri arasında, sonradan bazıları idam edilecek olan Dersim’li kanaat önderlerinin, daha harekatın ilk günlerinde kendi imkanlarıyla Elazığ’a gelerek teslim oldukları da yer almaktadır. Mesela Son Telgraf’ın 24 Haziran 1937 tarihli sayısında Haydaranlı Kamer, Demenanlı Cebrail, Bahtiyarlardan Şahin ve Yusufanlı Kamer’in Elazığ’a geldikleri ve tutuklandıkları yazılıdır. Hatta aynı gazetenin 10 Temmuz tarihli sayısında “Haydaran aşiret reisi Kamer sadakatini teyit etmekte” gibi bir haber de çıkmış ve Kamer Ağa’nın bir de fotoğrafına yer verilmiştir.

Bütün bu çelişkiler; basın ve hükümetin bu karmaşık hali pek çok başka haberde de yansımıştır. Mesela 18 Temmuz tarihli Son Telgraf’ın bir haberine göre Dersim’de gündelik hayat aslında oldukça normaldir. “Halk yollarda, kışla, mektep, hükümet konağı inşaatında çalışmaktadır. Burada gündeliğini bir buçuk liraya getiren vatandaş sayısı çoktur.” Ama yine de binlerce asker tuhaf bir şekilde “temizleme harekatı” yapmaktadır. Üstelik yerelden sistemle işbirliği yapanların da dahil olduğu “kafa kesme” gibi edimler bile yaşanmaktadır. Mesela Alişer’i öldürüp kafasını kestiğini söyleyen Zeynel’in anlatıları bunun dehşet verici bir örneğidir. Habere göre Zeynel; “Alişer ve yanındakileri öldürmüştük. Alişer’in başını aldık geldik” demiştir.

12 EYLÜL 1937: SEYİT RIZA’NIN TESLİM OLMA HABERLERİ

Politik literatüre “uğursuz” gün olarak girmiş 12 Eylül’ün, 1937 yılında da bir hikayesi olduğunu görmek ilginçtir. Gazetelere göre Seyit Rıza bu tarihte teslim olmuştur. Son Telgraf gazetesinin 13 Eylül tarihli sayısında “Sergerde Seyit Rıza inkılap icaplarının yürütmekte bulunduğu Tuncelinde artık yakalanacağını anlamış ve dün akşam iki avenesile birlikte Erzincan’da hükümetimize teslim olmuştur. Erzincan valisi Seyit Rıza’nın kendisine teslim olduğunu telgrafla derhal Dâhiliye Vekâletine ve Dördüncü Umumi Müfettişliğine bildirmiştir” diye yazmıştır.

Aynı bilgi 13 Eylül 1937 tarihli Tan gazetesinde de yer almakta ve Seyit Rıza’nın bir de fotoğrafı verilmektedir. Habere göre “Dersimli aşiretlerinin en azılı reislerinden olan Seyit Rıza’ya yapılan şiddetli takibat neticesinde şimdiye kadar saklanmakta olduğu Ovacık kazası dâhilindeki dağ ve ormanlarda daha fazla barınamayacağını anladığından bu sabah saat ikide Erzincan’a gelerek hükümete teslim olmuştur.” 15 Eylül tarihli Tan’da ise “bu suretle, Tunceli şakilerinden tamamen temizlenmiş bulunmaktadır” diye kendinden emin bir dil kullanmıştır.

Gazetelerin bundan sonraki işlerinden önemli bir bölümü Seyit Rıza ve diğer Dersim’li kanaat önderlerinin yargılanmalarıyla ilgilidir. 26 Eylül tarihli Son Telgraf, Seyit Rıza’nın Elazığ’da mahkemeye çıkarılacağını haber vermiştir. Buna göre “muhakeme, Belediye sineması salonunda yapılacaktır. Bütün hazırlıklar bitmiştir. Mahkeme aleni olacaktır…” 13 Ekim 1937’de aynı gazete mahkeme safhasına dair şu bilgiyi vermiştir: “Tunceli’deki silahlı muhalefetin elebaşısı Seyit Rıza ile 20 kişiden ibaret avenesinin mahkemesine dün başlanmıştır. Önce Seyit Rıza sorguya çekilmiş. Hozatlı olup rençber ve evli olduğunu, yedi çocuğundan yalnız biri kaldığını söylemiştir. Sonra, müddeiumumî iddianamesini okumuş ve ceza kanununun 149. maddesi ikinci ve üçüncü maddesine göre cezalandırılmalarını istemiştir. Seyit Rıza, müddelumuminin iddianamesine karşı bütün ret ve inkâr etmiş ve düşmanları tarafından garaza uğradığını…, hukukunun hükümetçe aranacağı düşüncesile vaktile dehalet eylediğini söylemiştir.”

Tan gazetesi, 24 Ekim tarihli sayısında mahkeme sürecine dair daha detaylı bilgiler vermiştir. Buna göre yargılananların çoğu Türkçe bilmediklerinden mahkemede tercüman bulunmaktadır. Yargılananların tümü herhangi bir nedenle, herhangi bir ayaklanmadan haberleri dahi olmadığını söylemişlerdir. Ayrıca özellikle hedef haline getirilmiş aşiret önde gelenlerinin neredeyse tamamı 75 yaş ve üzerindedir. Hatta Haydaran Aşireti önde gelenlerinden Kamer Ağa 96 yaşındadır.

Tan gazetesi bu haberde yargılananların yaşlarını bilerek yüksek gösterdiklerini yazmıştır. Oysa ilgili kişilere dair devletin kayıtları bu bilgileri teyit ettiği gibi 1937 harekatına katılan Albay Nazmi Sevgen dahi bu coğrafyada eğer çocukluk hastalıklarına yenilmediyse ortalama insan ömrünün 90 yaşın üstünde olduğunu gayet net bir şekilde yazmıştır. Yani Dersim coğrafyasında ortalama insan ömrü her zaman Türkiye ortalamasının çok üzerinde olmuştur. Dolayısıyla yargılananlar elbtte doğruyu söylüyorlardı ama…

Gazeteler mahkeme süreciyle oldukça yakından ilgileniyorlardı. Tan gazetesi 12 Kasım 1937’de “Dersim şakileri hakkında adaletin kati hükmü ve kararı, birkaç gün sonra haydutların kızarmak bilmeyen kanlı yüzlerine karşı okunacaktır. Önümüzdeki Pazartesi günü (15 Kasım) mahkeme, bu davanın son celsesini yapacak ve adli kararını Şeyh Rıza ve avenesine tefhim edecektir” diye yazmıştı. 12 Kasım’da Atatürk, son doğu gezisinin ilk durağı olan Sivas’taydı. Gazeteler o gün Reisicumhur’un Sivas şehrini şenlendirdiğini yazmışlardı. Gazetelerin haberlerine göre 13 Kasım’da da Malatya’daydı. Trenle yapılan bu yolculuğun bir sonraki durağı Elazığ’dı. Zira tren hattı böyle gidiyordu zaten. Bu durumda 14 Kasım’da Atatürk’ün Elazığ’da olması yolculuğun gereğiydi. Fakat Atatürk’ün 12 Kasım’da Sivas’ta, 13 Kasım’da da Malatya’da olduğunu yazan ulusal gazeteler, 14 Kasım’da Elazığ’da olduğunu yazmamışlardı. Neden Elazığ’ı geçip, Diyarbakır sonrasına bıraktığına dair de herhangi bir şey yazmamışlardı. Bu konuda bir şey yazmamakta adeta bir mutabakat vardı. Sebepleri söylenmese de bütün gazeteler 16 Kasım’da Atatürk’ün Diyarbakır’da olduğunu, 17 Kasım’da Elazığ’a geldiğini yazmışlardı. Bu tuhaf tutumun tek istisnası sadece bir gazetecinin sonradan Atatürk Elazığ’da adlı kitabında yer alacak notlarıydı. O yıllarda Elazığ’da gazeteci olan Mehmet Topal sıradışı bir biçimde Atatürk’ün, o gün Elazığ’da olduğunu şöyle yazmıştı: “14 Kasım 1937, günlerden Cuma. TC Devletinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ikinci defa Elazığ’ı şereflendirmektedir (İlk gelişi 16 Nisan 1916). Bu gezide Atatürk’e 24 kişi eşlik etmektedir.”

O günlerde Seyit Rıza ve Dersimli kanaat önderlerinin mahkemelerinin de son aşamasına gelinmişti. Tan gazetesi daha üç gün öncesinden, mahkeme kararının 15 Kasım Pazartesi günü okunacağını yazmıştı. Oysa Son Telgraf, 15 Kasım 1937 tarihinde “Dersimli asiler Elaziz’de asıldılar. Seyit Rıza ve arkadaşları bu sabah asıldılar” diye manşetten haber yapmıştı. Tan gazetesinin haberini doğru kabul edersek, karar bile okunmadan idamlar gerçekleşmiş olmalıydı. Çünkü mahkemenin karar vermesi beklenen gün, idamlar gerçekleşmişti. Habere göre “idama mahkûm edilen yedi suçlu hakkındaki hüküm, bu sabah şafakla beraber Elaziz’de infaz edilmişti.” Akşam gazetesi de, Son Telgraf gibi idamların 15 Kasım günü olduğunu, aynı gün yazmıştı. Belli ki bu iki gazete içeriyle daha fazla ilişkililerdi. 1937’nin Türkiye’sinde gece yarısından sonra yapılan idamları, gazeteler aynı gün yazamazlardı. Ama yazmışlardı işte!

Sonra bütün gazeteler gayet rahat ve geniş bir şekilde Atatürk’ün Elazığ ve Tunceli seyahatlerini yazabilmişlerdi. Mesela Tan gazetesi 17 Kasım 1937 tarihinde “Atatürk Elaziz’de” manşetiyle çıkmış; “Cumhurreisimiz Atatürk bugün saat 13 te Elaziz’i ilk defa olarak şereflenirecekler” denilmişti. Gerçekte bu ilk değildi ama gazete böyle uygun görmüştü. 18 Kasım 1937 tarihinde ise “Atatürk, maiyetlerinde Başvekil Bayar, Dâhiliye ve Nafia vekilleri orgeneral Kazım Urbay, umumi müfettiş korgeneral Abdullah Alpdoğan ve diğer zevat olduğu halde Tunceli’ne gitmişlerdir. Yolda Murat Suyu üzerindeki eski köprüden geçerek eski Pertek kalesinin bulunduğu saha önünden Hozat deresi üzerinde inşa edilmiş olan beton köprüye gidildi ve Türk tekniğinin yüksek bir eseri olan bu köprünün kurdelesı bizzat Atatürk tarafından kesilmek suretile küşat resmi yapıldı…. Atatürk Pertek Halkevini ve salonunu gezmişler, çok beğenmişlerdir. Pertek’ten coşkun tezahürler arasında ayrılan Atatürk saat 17’de Elaziz’e avdet buyurmuşlardır” denilmişti.

Ulusal basındaki bu çelişkili haberleri ve söz konusu basının hassasiyetlerini anlamak için, yıllar sonra o ziyaretin detaylarını anlatan İhsan Sabri Çağlayangil’in anlatılarını dinlemek ya da anılarını okumak gerekecekti. Çağlayangil’in yazdıklarına göre bütün bu belirsizliklerin ya da anlaşılmaz görünen durumların nedeni Seyit Rıza ve altı Dersimli kanaat önderlerinin idam edilme sürecinin mahkemede değil de en üst yönetim seviyesinde organize edilmiş olmasıydı. Ne var ki Çağlayangil’in anlatılarına gore planda kusurlar vardı, Atatürk’ün “Doğu seyahati” çok hızlı karar vermeyi, adım atmayı gerektiriyordu. Bu da normal sürece uyularak yapılamazdı. Bu yüzden bir şekilde bu sorunların “çaresi bulunmuş”tu. Kendi iradeleriyle devlete teslim olan yedi kişi türlü hilelerle ve hukuk yok sayılarak, 14 Kasım’ı 15 Kasım’a bağlayan gece idam edilmişlerdi. Cumhuriyet’in ikinci yüzyılı üzerine hararetli tartışmaların yapıldığı şu günlerde, Türkiye’nin kendisine sorması gereken bir soru ile bitireyim: Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında, ilk yüzyılın bu deneyimi ile yüzleşilebilecek mi acaba? Yoksa görünmez alanda tutulmaya devam mı edilecek? İkinci yüzyıl tahayyüllerini anlamak için bu soru anahtar önemdedir.