Siyasi krizin, ekonomik buhranın, pandeminin gölgesinde geçen bir buçuk yılın sarstığı Türkiye toplumunu şimdi de afetler bir oradan bir buraya savuruyor. Halk can derdinde ama iktidar hâlâ daha fazla beton, daha fazla rantla acıları dindirebileceğini, aleyhine esen siyasi rüzgârı tersine çevirebileceğini düşünüyor. İktidarın, insanlara bırakın olup biteni sorgulamayı, onlarına yas tutmalarına dahi izin vermeden, TOKİ’yi ve bankaları işaret etmesinin nedeni bu. Bir yeni apartman dairesi, yıllara yayılmış borçlandırma stratejisi, sonrasında şaşalı kurdele kesme merasimi, “gördünüz mü ne güzel ev yaptık size” hamaseti… işlem tamam. Tıpkı daha önce defalarca yaşandığı gibi. Fakat hesaba katmadıkları bir şey var, o da “ayda yılda bir başa gelir” dedikleri afetlerin artık gündelik hayatın bir parçası olması. Yıllardır TMMOB başta olmak üzere meslek kuruluşlarının ve akademisyenlerin “geliyor” dediği felaketler zinciri maalesef masa üstündeki “kötü senaryo” değil, şimdiki gerçeğimizin ta kendisi.


Sel sonrasında Meclis Başkanı Şentop, Ezine Çayı etrafında yapılaşmaya izin verilmemeliydi dedi ve ekledi “1-2 yıllık perspektiflerle bakarsak olmuyor.” Şentop’a ve benzer yorumlar yapan kimi AKP’lilere sormak gerek, o yapılaşmalara kim izin verdi? Tek parti dönemi CHP’si mi? Yaklaşık 20 yıldır bu ülkeyi hangi parti yönetiyor? Bunca uyarı varken, iklim değişikliğine dair projeksiyonlar 2000’lerin başında yazılıp çizilirken “1-2 yıllık perspektifle” hareket edenler hangi siyasetin temsilcileri? Ülkenin başka bölgelerinde olduğu gibi, doğal koşulları yok sayan, her gördüğü akarsuyun üzerine baraj kurdurtan, rant uğruna yanlış şehirleşmeyi teşvik eden üstelik imar aflarıyla ölüme davetiye çıkaran binaları tescilleyen iktidar sütten çıkmış ak kaşık misali ahkâm kesip, halkla dalga geçiyor.

Sele dair bir diğer açıklama İçişleri Bakanı’ndan geldi. Soylu gereken her şeyi yaptıklarını, “millete mahcup olmadıklarını” ileri sürdü. Biz zaten mahcup olmadıklarını biliyoruz. Zira bu kadar felaket yaşandı bir yetkili de çıkıp bizim de ihmalimiz var, hatamız var demedi. Kimse istifa etmeyi aklından dahi geçirmedi. Bakanlar, tecrübe ettiğimiz üzere bu sistemde ancak “görevden affını” isteyebiliyor, ya danışmanları, yardımcıları? Hepsi sorumluluk muhalefete yıkılırken koltuğunda kalmaya devam ediyor. Pakdemirli’nin suç kaydı kabarık danışmanına “hapis yattım ama sabıkam yok” diye savunma yapma cesaretini veren de bu rahatlık.

Bu esnada, iktidarın hatalarını flulaştırmak isteyen kimi köşe sahipleri “suç hepimizin” diyerek afetlerin faturasını halka kesmeye çalışıyor. Böylece suyu, toprağı için direneni; zeytinliğin, ormanın başına nöbet tutanı; iş makinalarının önünde bedenini siper edenleri siyasi sorumlular ve işbirlikçileri ile aynı kefeye koymak istiyorlar. Kimse kusura bakmasın, zamanında iktidarın ve yandaş patronların vaatlerine kananlar dahil hiçbir yurttaşın sorumluluğu muktedir ile kıyas konusu yapılamaz.

Afetlerdeki “becerisizliklere” rağmen iktidar blokunun içinde “bir şeyler yanlış gidiyor” diyecek kimse kalmadı. Arada bir çıkıp iktidara “dostça” uyarılarda bulunan eski AKP’liler, kötü sınav veren iktidar hakkında konuşmaya pek hevesli değil. “Özgül ağırlığına” güvenen Arınç ya da “devletlû” geçmişine sırtını dayayan Çiçek, şimdilerde kenarda oturmuş iktidarın yıpranmasını izliyorlar. Gölgede bekleyenler yalnızca onlarla sınırlı sayılmaz. Erdoğan sonrası döneme hazırlık peşinde olanlar, “sistemin” değil kişilerin sorun olduğunu ima ederek yeni pazarlıklara açık kapı bırakıyorlar.

MHP’nin derdi ise başka, onlar bu afet sürecinde yükselen isyanı bahane ederek, toplumsal muhalefet üzerindeki baskının artırılması için yeni adımlar atma hazırlığında. “Yalanla mücadele” adı altında altlığı hazırlanan ve özellikle sosyal medyanın zapturapt altına alınmasını hedefleyen bir yasanın sonbaharda Meclis’e gelmesi sürpriz olmaz. MHP’nin nicedir istediği bu düzenleme, olası bir seçim öncesinde iktidarın propaganda gücünü yeniden kazanması için MHP’liler tarafından elzem görünüyor.

Bu kadar karanlık içinde hiç mi umut ışığı yok diye soranlar olacak, elbette var. Bugün Türkiye’de yaşayanların çok büyük bir bölümü, daha önce iktidar ve yanaşmaları tarafından “marjinal” olarak gösterilen mücadelenin ne denli haklı olduğunu anlamış durumda. 2011’de suyuna, toprağına sahip çıkarken polis müdahalesinin sonucu yaşamını yitiren Metin öğretmeni o dönemde belki yalnızca hemşerileri ve yoldaşları biliyordu. Bugün ise Metin Lokumcu, müthiş bir öngörünün, azimli bir mücadelenin, bir memleket sevdasının sembolü olarak milyonlarca insan tarafından anılıyor, biliniyor, takdir ediliyor. Metin öğretmen aramızda olsaydı, “haklı çıktım” deyip kenara çekilmezdi. Halkın örgütlenmesi, yeni afetlere yol açacak siyasi kararlara engel olunması için mücadele ederdi. Bugün Metin öğretmen “haklıymış” diyenlere de aynı görev düşüyor.