Doğurduğu sayısız kriz ve sarsıcı gündem ile 2018-2021 aralığı üstümüze uymayan, uysa yakışmayan giysilere, bakıp dokununca ilgi uyandırmayan nesnelere, tadını alamadığımız aşa, yaşamadan yaşlanmaya benziyor. İlmeği atmış, çekiştirilip yıpranmış, sökülüp bitse rahat edeceğiz dediğimiz üç yıl. Emeği, zanaatı nicedir unuttuk; hadi onaralım desek yamamayı başaramayacağımız üç yıl. Üstüne oturmayan giysiyle rahat uyuyabilir mi insan? Uykularımızı kaçıran huzursuz üç yıl!

“Uykusuzluk, cenneti bir işkence odasına dönüştürebilecek baş döndürücü bir bilinç açıklığıdır” diyor Cioran. Umutsuzluğun Doruklarında adlı kitabını uykusuzluk hastalığının pençesinde, “düşüncenin düşünceyi reddettiği” uyanıklık hallerinde tasarlıyor. Yanıtı olmayan sorulara saplanmaktan kendisini alıkoyan yürüyüşler sayesinde iyileştirici bir güç olarak kaleme alıyor. Bizler de nicedir uykusuzluğun, umutsuzluğun ve belirsizliğin doruklarındayız.

“İnsan gerek kendi içinde sakladığı şeyleri gerekse dünyanın sakladığı şeyleri bilmeyince, ansızın acı deneyimine kapılıp, baş döndürücü bir öznelliğin aşırı karmaşık bölgesine taşınır.” Uyanıklık halini manaya dönüştürmek için belki Cioran gibi kitap yazamayız, aforizmalar dizemeyiz ancak başkaldırı yolunda karşımıza çıkan ‘aşırı öznelciliği’ yorumlamaya çalışabiliriz.

Yakın geçmişe kadar sahip olduğumuz pek çok değer sistematik bir biçimde elimizden alındı, değersizleştirildi, unutturuldu. İstikrarsız bir ülkede, yöneticilerin keyfi kararlarının sonuçlarını tedirginlikle beklerken kaçırdığımız ‘an’ lar bizi güçsüzleştirdi. Önce bunu fark edebiliriz. Lafta yürekli, davranışta ürkeğiz. Değiştirebiliriz. “Mutsuzluktan doğan bilgelik”, yaşama ve çocuklarımıza duyduğumuz derin sevgi bizi harekete geçirmeyecekse hangi duygu harekete geçirecek? Kendimize sorabiliriz. Tutarsızlıkların faturasını fikre, ilhama, geleceğe mi kesmeyi planlıyoruz? Cevaplayabiliriz. Başka bir yaşamımız olmadığına göre olan bitenle bir şekilde hesaplaşabilmeliyiz. ‘Farkındalıkla yaşıyorum’ diyebilmemize katkı sunan kitaplarla karşılaşmayı bu nedenle şans kabul ediyorum. Buradan yola çıkarak bugün, biri gerçek diğeri düş dünyada geçen iki resimli kitaptan bahsetmek istiyorum.

KÜÇÜK MAVİ SANDALYE kitabının ilk sayfalarında Bo adındaki bir çocuğun çok sevdiği sandalyesiyle kurduğu bağın işlevselliğiyle karşılaşıyoruz. Bo büyüyor ve annesi ‘lütfen beni alın’ notuyla birlikte sandalyeyi kapıya bırakıyor. Böylece sandalyenin uzun yolculuğu başlıyor. Önce eskiciye ardından yaşlı bir kadının evine ulaşan mavi sandalye, ‘işte bu tam bana göre’ nin şirin karşılığıyken neler oluyor da ‘artık ihtiyacım yok’ un silik nesnesine dönüşüyor? Sandalyenin yolculuğunda saksıdaki çiçeğin toprağa kök saldığı gibi okyanusta seyir halindeki bir kaptanın da hayata kök salabileceğini görüyoruz. Lunaparktan kumsala, okyanustan karaya farklı yerlere uzanan anlatı, nesnelerin biçimi ve kullanımı üzerine insanın yaratıcı deneyimlerini de okura yansıtıyor. Bazen tesadüfi bazen bilinçli bir şekilde yeni sahibine ulaşan sandalye kuşların açlığını giderebilir mi? Yazar bu noktada samimi, gözlemci ve gerçekçi. Alan-satan, armağan eden, emeğiyle kazanan insanlarla karşılaştığımız anlatı kaderin cilveleri, niyetlerin çeşitliliği ile bezenmiş. Sandalye nasıl oluyor da gökyüzüne havalanıyor? Kurulan bağların gücünü ihtiyacın ölçüsü mü yoksa vefa mı belirliyor? Kitabın sonunda ‘tam bana göreymiş’ diyerek sandalyenin üstünde oturan küçük kızın kim olduğunu öğrenmek minik okurları etkileyecektir. Huzurlu bir ortamın resmedildiği son sayfa, ‘an’a ve anlarımızı süsleyen nesnelere çocuklarımızın dikkati yöneltmek için iyi bir araç olabilir.

uyku-kaciran-yillar-962226-1.

Yaşamda, sonunu bilmediğimiz pek çok şey gibi ulaştığı yerde yaratacağı manayı bilmediğimiz nice nesne ile yollarımız ayrılıyor. Sonunu bildiğimiz hikâyelerde ise bir o kadar canlı ile yollarımız kesişiyor. Yaşamak bir yorumlama meselesi. Mesele bulmak aklın, teselli aramak ise kalbin işi.

KÜNÜF’Ü KİM TESELLİ EDECEK adlı kitapta Tove Jansson’un özgün dili ve çizgileriyle yarattığı büyülü dünyanın içine giriyoruz. Yalnız ve çekingen Künüf ile tanışıyoruz. Korkuların kişiyi teselli arayışına soktuğu bu masal alemde Künüf kendini teselli edecek birilerini arıyor. Metnin güçlü mesajlarını toplayarak sayfa sayfa ilerliyoruz. Künüf kasvetli yolu aşıp kalabalığa karışıyor. Düşsel bir atlı araba yanından geçip hızla uzaklaşıyor. O anlarda iç sesinde de teselli bulamayan Künüf’e pabuçları bile ağır geliyor. Künüf’ün ‘uykulu körfezde’ karşılaştığı kişi kim? Bu kişi Künüf’ün yaşama yükünü hafifletebilecek mi? Kedersiz biri teselliyi nerede bulmuş olabilir? Yolculuğun değerini üstümüzde taşıdıklarımız değil galiba karşılaşmalarımızın müziği belirliyor. Elbette duymak istersek! Bir şenliğin orta yerinde seni de “görsünler” çaresiz temennisiyle yola devam eden Künüf’ün Atlantik’in karanlık sularında bulduğu şey ne? Hikâyenin bu noktasında Künüf’ün içinde büyüyen kıpırtı büyük değişimin habercisi. Düşsel varlıklar ve düşsel sözcüklerle bezeli akışta Künüf, bütün seslerin sustuğu yere varıyor. Orada karşısına cesaretle dikildiği canlı hangisi? Kolay korkan ve çabucak teselli olan biri size sesini ulaştırırsa, kendi teselli arayışınızı yeniden gözden geçirir misiniz? Yazar okurlarına hem Künüf’ü hem de arayışın Künüf’ün yaşamına kattığı Sukruf’u teselli etme görevini veriyor. Yalnızlığın bir okyanus buluşmasına, merhabaya, müziğe ve alkışa dönüştüğü karnaval gibi bir sayfadan sonra Künüf ve Sukruf teselli bulmaya hazır kocaman gözleriyle etkileyici bir kara kalem görselin içinden okura bakıyor. Jansson’un aya bile renklerini döktürdüğü bu alemde “öfkesi korkusundan büyük olanlar” kahramanlaşıyor. Mektup adsız, pulsuz oluyor da varoluş tesellisiz olmuyor…

uyku-kaciran-yillar-962227-1.

Teselli arayan çok. Teselli aramanın yaşı yok. Bir başkasını teselli etmek gerektiğinde “sihirli bir sopa değmiş gibi değişebilen”, dalgalı denizde kürek çekmeye hazırlanan herkese uykuların kaçmayacağı, düşlerin korunacağı, mutlu, umutlu, kipatlı bir yıl diliyorum.